24 Eylül 2010 Cuma

Basından (Don Balon: Okey Fenerbahçe'ye gelirim)

http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1293068

Bu yazıdaki 2 yere taktım:

1- Haberin kaynağı Don Balon'muş. O kadar çok balon haber var ki basında ve ilginçtir hala da bu haberlere inananlar var. Bu kişilerle daha da ileri gidilerek dalga geçmenin bir başka methodu mu? Sanki biri dalga geçiyormuş gibi geldi bana.

2- "Ramos'un 'Okey Fenerbahçe'ye gelirim' dediği öne sürüldü."
a) İspanya'da da acaba Türk entellektüeller gibi TAMAM yerine OKEY'mi deniyor.
b) Ramos'ta Türkçe bilen bir entellektüel mi?
c) Çeviriyi yapan tam bir entellektüel mi?

Eğer ki doğru olan c şıkkıysa, bu çeviriyi yapanı sokaktan mı bulmuşlar sorusu aklıma gelir. O zaman söylenecek şey: "Türkçe'yi iyice ayaklar altına serdiler."

Canım Türkiyem ('Dolandırıldınız iyi günler')

Çanakkale’de, cep telefonuna "para ödülü kazandığı" yönünde mesaj gelen kadın, ödülü alabilmek için bin 760 liralık kontör gönderdiği kişinin, "dolandırıldınız, iyi günler" demesi üzerine, polise başvurdu.

Alınan bilgiye göre, kimliği henüz belirlenemeyen kişi, İbadet Akbıyık’ın cep telefonuna, bir çekiliş kampanyasından 18 bin lira ödül kazandığı yönünde mesaj gönderdi.

Mesajın gönderildiği telefon numarasını arayan Akbıyık, zanlının, parayı alabilmesi için en yakın para çekme makinesine gidip, vereceği numaraları aktif etmesi için kontör göndermesi talebi üzerine, bin 760 lira tutarında kontör yolladı.

Akbıyık, kontörü gönderdiğini ve başka parası kalmadığını söylediğinde, zanlı, "dolandırıldınız, iyi günler diyerek" telefonu kapattı.

Bunun üzerine polise başvuran Akbıyık, zanlı hakkında şikayetçi oldu.

Zanlının kimliğinin belirlenmesine çalışıldığı bildirildi.

MİLLİYET

19 Eylül 2010 Pazar

“Oku, büyük adam ol” demiş Yılmaz Özdil

Yılmaz Özdil yine çok güzel bir konu bulmuş. Konu Türkiye'de başta olan hükümetin öğrenim durumu. Buradan giriş yapılarak başka eklerle -çağrışımlarla konu zenginleştirmiş. “Bir işi en iyi uzmanları yapar, o yüzden herkes öğrenim gördüğü dala göre bakanlıklarda görev almalıdırlar” sözüne getirmiş. Obama, İngiltere Başbakanı, Putin ve Angela Merkel iyi üniversitelerden mezun olmuşlar. Normal şartlarda olması gerekende bu... Hiç kimse bunlara itiraz edemez.

İşte Yılmaz Özdil’in o yazısı:

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15556977.asp

Güzel bir yazı olmuş, her zaman ki gibi. Ama burada bir konuya katılamayacağım:

“Bir yandan, çocuklarımız en iyi üniversitelere girsin diye kıçımızı yırtıyoruz... Bir yandan, siyasetçi esnafının en iyi çocuklarımızı siyasete sokmamasını armut gibi seyrediyoruz!”

Dikkat edilmesi gereken bir nokta var, onunla başlangıç yapayım. Örnekteki başbakanlarının hepsinin ülkesi G8'de yer alıyor. Yani dünyanın en gelişmiş 8 ülkenin başbakanlarından 4’ü. Okudukları okullarda dünyanın en iyi okulları arasında. Bir ülkenin gelişmesindeki en büyük etken ülkenin eğitim seviyesiyle doğru orantılıdır. Eğitim seviyen ne kadar gelişmişse, ülkende o kadar gelişmiş demektir. Ve ülken ne kadar gelişmişse, eğitim seviyen de o kadar gelişmiş demektir. Bu ikisi birbirini basamak olarak kullanarak yukarılara çıkar. Türkiye’ye baktığımızda ne ülkemiz olması gereken gelişmişlikte, ne de eğitim sistemimiz.

Eğitim seviyesiyle bu ikiliye giriş yapayım. 4 çeşit insan vardır. Bunlar:
1- Akıllı insan
2- Ezberci insan
3- Hem akıllı, hem ezberci insan
4- Hem akılsız, hem de ezberi kötü insan

Bu 4 insan türünden en çok güvenilecek insan 3 numaradaki türdür. Yani hem akıllı, hem ezberci.

Türkiye’deki eğitim sistemini ele alalım. Sınavlarda başarılı olmak için ne yapıyoruz? Sınavlara az bir zaman kala sınav olacağımız yeri ezberlemeye çalışıyoruz. Ya başka bir şey yapıyor muyuz? Hayır, sadece ezberlemeye çalışıyoruz. Yani Türkiye’de öğrenimde başarılı olabilecek 2 türlü insan var. Ezberci ve hem ezberci hem de akıllı. Fakat akıllı insanlardan ezberi de iyi olan pek insan çıkmaz. Dolayısıyla öğretimde en başarılılar ezberci insanlardır.

Ezbercilik akıllı insan yaratmaz, başkalarının yaptığını taklit eden insanlar yaratır. Zor durumlarda hep bir yerlere danışmak zorunda kalırlar. Bu sebepten dolayı bu tür insanların yöneticilik yapması çok zordur. O yüzden de Türkiye'de iyi üniversiteleri bitirenler yöneticiliğe pek soyunamıyorlar. Soyunanlarda başarılı olamıyorlar. Türkiye'nin dünyaca tanınmış bir şirketin olmaması buna bir örnek sayılabilir.

Ezberin iyi değil ve Türkiye’de okuyamadın. Yapacağın şey gençlik kollarına girmektir. Aklın sayesinde buralarda sivrilip, önemli yerlere gelebilirsin. Ama çok daha başarılı olmak için akıl tek başına yetmez maalesef. Bu aklı işleyip, iyice parlatmak gerekir. Bunun yolu da eğitimdir. Eğitim olmayınca akıl bir çok zaman doğru ile yanlış arasındaki farkı tam olarak anlayamayabilir. İyi ya da kötü bir yolu tercih etmek zorunda kalır. Sorumluluğunu aldığı insanları da ya ışığa götürür ya da karanlığa. İşte Türkiye örneği. Türkiye de şu zamanlarda tam bu süreçten geçiyor.

Tabi bir şeyi daha unutmamak gerekiyor. Türkiye'de gelir düşük, üniversitelere girmek ve okumak çok pahalı. Nice akıllı gençler bu yüzden sokaklara mahkûm kalıyor, geri plana itiliyor, faydalanamıyor.

Burada herkese sormak gerekiyor. “Türkiye'de kaçımız okulunu en üst derecede bitirmiş insanlara güvenebiliriz ve ülkemizi emanet edebiliriz?” Hiç kimsenin güvenebileceğini sanmıyorum. Ve hemen hemen hiç kimse de “Bu kişi çok iyi bir öğrenim görmüş, oyumu ona atayım” dememiştir. Bizim tek baktığımız şey dürüstlük. Dürüstlük içinde çok iyi bir eğitim lazımdır

Kısaca Türkiye’de lider vasfında insan yetiştirilmiyor. Parası olanların parası sömürülüyor, ezberi iyi olanlara da ezberle al diplomayı git, ne yaparsan yap deniyor. Bizler için insan istediği kadar üniversite bitirsin ve istediği kadar başarılı olsun hiçbir önemi yok. Çünkü başarılı olamayacaklarını çok iyi biliyoruz.

Türkiye’de siyasetin işleyişi ile ilgili de birçok sorun var. Onlara burada girmek istemiyorum. Sonuç olarak önce eğitim sistemimizi değiştireceğiz, sonra akıllı insanlara eğitim için şans tanıyacağız, sonra bu insanların ülkesine çalışmasını ve faydalı olmasını bekleyeceğiz…

Murat BB

16 Eylül 2010 Perşembe

90'da oldu, buna da şükür...

Beşiktaş bugün kendi sahasında CSKA Sofya ile karşılaştı. Rakibine nazaran kat kat daha güçlüydü Beşiktaş. Rakibide bunun farkındaydı ki, oyunu tamamen kendi sahasında kabullendi. İlk 45 dakikada maç tek kale oynandı. Ancak buna rağmen Beşiktaş'ın 1 tane bile kaleyi bulan topu olmadı.

Topun en çok oynandığı yer rakip ceza sahası önüydü. Devamlı göbekten kaleye gitmek isteyen Beşiktaş sadece 1 kere başarılı oldu ve onda da Holosko topu üstten dışarıya attı. Oysa ki kapanan takımlara karşı en etkili yöntem kanatlardan atak yapmaktır. Defans oyuncularını da en etkisiz bırakan yöntem budur. Ama Beşiktaş kanatları fazla kullanmadı.

Beşiktaş'ın etkisizliğinin bir diğer sebebi de tarlaya dönmüş saha idi. Yer yer çimsiz alanlar vardı. Bu da paslaşmaları olumsuz etkiliyordu. Bu tür sahalar güçlü takımlar için dezavantaj, top oynamaktan çok defans yapanlar için ise çok büyük avantajlar sağlar. Oysaki bu çimleri bir futbolcusunun aylığı kadar bir ücretle yenilemek mümkünken yapılmamış, Beşiktaş'ın ayaklarına adeta pranga vurulmuştu.

2. yarı bir çok şey değişmişti. Başta yıldız oyuncu Quaresma oyuna girdi. Rakip kale önü çimleri ilk yarıdakine göre çok daha iyi idi. Ataklar sıklaştı, pozisyonlar geldi ama yine kalenin uzağında kaldı toplar.

Beşiktaş'ın bugünkü oyunu Türkiye'de oynanan oyun sisteminin bir aynasıydı. Defans dörtlüsü çok geride kalıyordu. Dönen topları rakip alınca boğucu baskı kurulamıyordu. Oysaki rakibin ileride kalan tek oyuncuyu 2 kişi marke etse, diğer oyuncular dönen topları karşılamak için ceza alanına yaklaşsa maç çok daha farklı olurdu.

Taraftara gelecek olursak dünyanın sayılı taraftarları arasında denmesi çok doğru. Maç boyunca hiç susmadılar. Dün Arsenal'in Braga'yı 6 golle yendiği maçı izledim. Bir ara sipiker sustu, ses bağlantısı koptu sandım. Spiker konuşmaya başlayınca durumu farkettim. Arsenalli taraftarlar tamamen susmuş, sadece güzel hareketlerde alkışlamaya başlamıştı. Kendimi tenis maçı izliyormuş gibi hissettim. Ama Beşiktaş taraftarına bir eleştirim var. Takımı ateşleyecek yeni tezaruhatlarda bulurlarsa çok daha iyi olacaktır her şey.

Kolay maç 90'da kazanılabildi ama beklenilen farklı galibiyetin deplasmanda geleceğine inanıyorum.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Geciken adalet kesinlikle suçludur

İnsan ülkesini ne kadar sevsede bazı zamanlar utandırdığı zamanlar olur. Bir şeyler yapmak istersin ama karşındaki güç o kadar büyük ve kanunsuzdur ki hiç bir şey yapamazsın, susarsın.

Bu durumlardan biri Mardin'de yaşanıyor. Türkiye'nin başını çok ağrıtan, bir çok insanı gözyaşına boğan, hayatların sona erdiği bölgelerinden biri...

Olay ise şu:


2003 yılında Mardin’de 12 yaşındaki kız çocuğuna ettikleri tecavüz iddiasıyla yargılanan, bazıları kamu görevlisi 27 kişi hakkındaki davanın 34’üncü duruşmasında da karar çıkmadı

Mardin’de 2003 yılında 12 yaşındaki N.Ç.’nin, aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu 27 kişinin tecavüzüne uğramasıyla ilgili davanın 34’üncü duruşması dün yapıldı. Mahkeme heyeti, sanık avukatlarının esas hakkında savunmalarını hazırlanma isteği üzerine duruşmayı karar için 28 Eylül’e erteledi.

Kamuoyunda “N.Ç. davası” olarak bilinen dava, 7 yıldır sürüyor. 12 yaşındaki N.Ç.’ye tecavüz etmekle suçlanan ve aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu 27 sanıklı davanın bugün 34’üncü duruşması yapıldı.

Savunma için süre istendi!
Mardin 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, geçen süre içinde hepsi tutuksuz yargılanmaya başlanan sanıklar katılmazken, avukatları katıldı. Duruşmaya, bugün 19 yaşında olan N.Ç. ve avukatları katılmadı. Davada mütalaasını veren savcı, “zorla alıkoyma” fiilinin oluşmadığını savundu. Bu suçun düşürülmesini isteyen savcı, 1 sanık hakkında beraat, 26 sanık hakkında ise 5 ile 15 yıl arasında hapis cezası istedi. Mahkeme heyeti, karar öncesi, sanık avukatlarının esas hakkında savunmalarını hazırlanma isteği üzerine, duruşmayı 28 Eylül 2010 tarihine erteledi.

28 Eylül’deki 35’inci duruşmadra kararın çıkması bekleniyor.

NEZİR GÜNEŞ Mardin DHA


Tüm yaşananlar çok çok vahim bir durum. Önce insanlık için, sonra da Türkiye için çok çok vahim bir durum. Bu durumu şıklar altında tek tek ele alalım.

1) 12 yaşındaki küçük bir kız kendi rızasıyla ilişkiye giremez. Onunla ilişkiye kim girmiş olursa olsun suçludur, serbest bırakılamaz. 7 yıldır bu suçlu veya suçlular bulunamadı.

2) Türk halkının adalete olan güveni azdı, bu olaydan sonra iyice azaldı.

3) "Acaba yargılamada görevli olan kişilerde bu olayın bir parçası mı?" diye düşünmeye başlanıldı.

4) EVET HAYIR için tüm Türkiye dolaşıldı ama bu olaya hiç kimse tarafından değinilmedi ya da değinilemedi. Oy istedikleri kişileri kendi kaderlerine bıraktılar.

5) Zaten kanayan bir bölge. Yıllardır bitiremediğimiz PKK'lıların cirit attığı bölgeler. İnsanları türlü türlü şeylerle kandırıp, kendi saflarına katıyorlar ve bunu engelleyemiyoruz. Bu olay PKK'nın emellerine tuz biber ekiyor. Türkiye Cumhuriyet'ini kötülemek için, Türkiye Cumhuriyeti'ne düşman yaratmak için ellerine koz veriliyor.

6) İnsan Hakları Mahkemesi bizden bıktı. Ya bu olayda buraya taşınırsa, dünyanın kürt olayına bakış açısında değişim olamaz mı? Burada bir Kürt devleti kurma isteğine 'acaba haklılar mı?' diye düşünmelerine yol açmaz mı?

Bu olayda suç var mı yok mu ve varsa kimler suçlu bizler bilemeyiz ama tek söyleyebileceğimiz şey:

GECİKEN ADALET KESİNLİKLE SUÇLUDUR...

14 Eylül 2010 Salı

Bursaspor ve Şampiyonlar Ligi

Bursaspor ilk Şampiyonlar Ligi maçında kendi sahasında hezimete uğradı. Eksik kadroyla sahaya çıkan Valencia 4-0 galip gelerek kendilerinin dahi beklemediği bir sonuç aldılar.

Maçtan önce Bursaspor'a az şans veriliyordu. Kendi sahasında oynuyordu ve formdada sayılırdı ama Şampiyonlar Ligi'inde ilk defa mücadele ediyordu. Burası en iyilerin ligi. Tüm dünyanın gözü bu maçlarda. Tüm Bursaspor'lu oyuncular bunun bilincindeydi. Bu da Türkiye liglerine nazaran çok çok fazla baskı oluşturuyordu. Hele sahaya çıktığında o Şampiyonlar Ligi müziğini duymak stresi fazlasıyla arttırdı Bursaspor için.

Böyle bir maçta en iyi taktik, defansa dönük taktiktir. İlk önce gol yememeye çalışmak lazım. Defansı ve özellikle orta sahayı kalabalık tutup, oynamaktan çok oynatmamak üzerine plan yapmak en mantıklısı. Çünkü yoğun baskı altında en iyi yapabileceğin şey budur. Bursaspor'da böyle yaptı.

Valencia eksik kadroyla sahaya çıksada hiç bir Türk takımına benzemiyordu. Onlarda en az Bursaspor kadar hızlı oynayabiliyor ve yoğun baskıyla Bursaspor'u hatalara zorluyordu. Bunda da oldukça başarılı oldu. Uzaktan mükemmel bir şut Bursaspor'un morallerini alt üst etti. Çok güzel bir frikik sonucu direkten dönen top sonrası 2. gol geldi. Bu da artık Bursasporun umutlarını iyice tüketti. Ertuğrul Hoca bir hamle yapıp ofansif oyuncuları oyuna sürdü. Pozisyonlarda geldi ama gol çıkmadı. Defans hataları 3 ve 4. golleri getirdi.

Valencia'nın kalesine fazla iş düşmedi. Ama kaleci yine de güven veriyordu. Defans çok dikkatliydi. Pozisyon almayı çok iyi biliyorlardı. Tehlike doğmadan genellikle erittiler. Orta saha ve forvetleri hızlıydı. Hem duran toplarda iyiydiler, hem de şutlarda.

Bursaspor'da Volkan sanki pazar yapmak istercesine oynadı. Çok çalıştı, çabaladı ama 1. viteste daha çıkan bisikletçi gibi devamlı pedal çevirdi ve sadece azıcık mesafe ilerleyebildi. Bu da dağa tırmanmak için yeterli olmadı. Bazen arkadaşlarına pas vermek yerine çalım atmayı denedi ama Türkiye'deki kadar rahat hareket ettirmediler. Sercan sonradan girdi ama hem yanlız kaldı, hem de markajdan kolay kolay kurtulamadı.

Mağlubiyet bekleniyordu ama bu kadar farkı hiç kimse düşünemezdi. Yine de aldırmamak gerekir. Bu başlangıçtı. Bursaspor'da bu mağlubiyeti fazla takmaz ve çabuk unutur. Eğer etkisi devam ederse ligte hiç istenmedik sonuçlar alınmaya başlanır. Bu bir delik gibi gitgide büyür ve Bursaspor'un bu güzel günleri mazide kalabilir, takımda temelli dağılabilir. Bir psikologla da uzun mesailer şart.

Canım Türkiyem (Trafikte Allah'a emanetiz)

YORUMSUZ

Haftasonu Başakşehir’de yağış yüzünden kayganlaşan yolda, minibüs ile su tankerinin çarpışması sonucu 13 kişinin öldüğü kazada kırmızı ışıkta geçen minibüs sürücüsünün son 9 ayda 39 tane ceza aldığı öğrenildi.

39 cezanın 6’sı tehlikeli sürüşten, 15’i yanlış parktan, 18’i ise fazla yolcu almaktan. Kaza günü Barın’ın kullandığı minibüste yine fazla yolcu vardı.