22 Eylül 2011 Perşembe

Hekime tam gün yasası

Bugün CNN Türk haberlerinde doktorların tam gün yasasına değindi. Devletin birden bire çıkardığı bu kanun yüzünden bir çok kişi mağdur durumuna düşmüş.

Okullarda öğretim üyesi bulunamıyormuş. Devlet hastanesinde de görev yapan doktorlar, özel hastanelere gidince hastalar mağdur olmuş. Ameliyat yapacak doktor bulmakta zorlanınca hastalar, günlerce beklemek zorunda kalıyorlarmış.

Aslında bu yasa Türkiye için çok daha faydalı olacaktır. İşsizliğin oldukça fazla olduğu ülkemizde yeni doktorlar iş sahibi olmakta zorluk çekmeyecek, işsizlik oranını az da olsa düşürecektir. Bir doktor çift işle 5000 lira civarı maaş alıyorken, bir başka doktorun iş bulamaması haksızlıktır. 2 işi 1 doktorun yapmasındansa, bu işi 2 doktorun yapması verimliliği arttırır.

Buraya kadar kısmı her yerde konuşuluyor, yazılıyor. Bundan sonrasına pek rastlanmıyor. Bu kısmını da ben yazayım dedim.

Bu olumlu tarafına rağmen mağdur insanların olması devletin düşünüp taşınmadan, alel acele kanunu çıkarmasından kaynaklanmaktadır. Yetişmiş doktorların sayısı az iken onları sadece bir yeri tercihe zorlamak yanlış yapılmış bir uygulamadır. Yapılması gereken şey ise bu uygulamaya kademeli geçmekti. En başta bu yasa yeni mezun olanları kapsayacaktı. Her sene mezun doktor sayısı arttırılacak, böylelikle de hiç bir hasta veya öğrenci mağdur olmadan, 5-10 sene içinde sağlık sistemimiz çok daha iyi hale gelecekti.

3 Eylül 2011 Cumartesi

Kanun mu, para mı?

Türkiye nasıl bir ülke oldum olası anlayabilmiş değilim. Süper Lig'in 18 takımının yöneticisi toplanmış, "Fenerbahçe küme düşürülsün mü, düşürülmesin mi"yi tartışıyorlar. En başta bu sadece Süper Lig takımlarını değil, 1. Lig takımlarını da ilgilendiren bir durum. Madem kulüplere soruluyor, onlara da sormaları gerekir.

Türkiye'nin 4 büyük kulübü dışında cezalar verileceği zaman hiç kimseye sorulmuyor. Düşürülecekse hiç zaman geçirmeden düşürülüyor. Bunu daha geçen senelerde Ankaraspor'da yaşadık. Lig bu yüzden 17 takımla oynandı. Bu tam bir ayrımcılıktır. 4 takım bir yana, diğer takımlar bir yana. Kanunlar 4 büyük takıma farklı, diğer takımlara farklı.

Yapılan ayrımcılık ortada iken 14 takım yöneticisinin zoruna gitmemiş anlaşılan ve kararlarını "Fenerbahçe düşmesin"den yana kullanmışlar. Bu apaçık kendilerinin birer piyon olduklarını kabul etmeleridir. Fenerbahçe düşerse gelirleri de düşecektir. Para azalacaksa gerisi teferruhattır. Ne olursa olsun her şey önemini yetirir paranın yanında. Türkiye'de bir yerlere gelmek istiyorsan sanırım böyle davranman gerekiyor.

Bu toplantıların yapılması, yöneticilere fikirlerinin sorulması tamamen saçmalıktan ibarettir. Bir takımın akibetinin ne olacağını kişilerin kararları değil, o ülkenin kanunları verir. Kanunların kişiye veya kurumlara özel olarak uygulanan ülkeler, ahlaken çökmüş demektir. Bu Cumhuriyet'le de çelişir. Cumhuriyet'le yönetilen ülkelerde ilk kural "herkes kanunlar önünde eşittir"dir. Bu Cumhuriyeti de ayaklar altına almak, onu yok saymaktan başka bir şey değildir.

Bu olay sadece Türkiye'ye malolmuş bir olay değil. Hem UEFA hem de FIFA tarafından da takip ediliyor. En çok üzerinde durdukları konu da şikedir. Şike yapan kulüplere asla tahammülleri yoktur. Hem kanunları çiğneyeceksin hem de şike yapan kulübü affedeceksin. Bu durumda bize ne derler acaba? Bir yaptırım uygulama yoluna giderler mi? Giderlerse ne ceza verirler? Bunların cevabını TFF bile bilmiyordur. Bir de bunun ahlaki tarafı var. Tüm dünyanın gözünde kanunsuz ülke Türkiye'nin imajı ne olur?

18 Ağustos 2011 Perşembe

Terörle savaş

Terörizm son yıllarda oldukça artış göstermeye başladı. Türkiye ise 30-40 yıldır terörizmle mücadele halinde. Ama maalesef o yıllarda ne ise şimdi de her şey aynı. Bu benim için başarısızlıktır.

Geçmişten günümüze bir çok şey değişti. Ordumuz hep son model teçhizatla donatılmaya başladı. Bu bile terörizme üstünlük sağlamaya yetmedi. Üstelik teröristlerin ülkeye giriş ve çıkış yolları değişmedi, saldırı taktikleri değişmedi. Ama maalesef Türkiye'nin eli kolu bağlı, gözler kaldı. Her seferinde bu kadar yeter dendi, yine hiç bir şey değişmedi.

Devletimizin bu işi başaramayacağını gördüm, ben de onlara bir kaç tüyo vereyim dedim. İşte bu tüyolar:

* Güneydoğu'da çok yüksek miktarda kaçakçılık işi yapılıyor. Bu Türkiye bütçesini bile aşıyor. "Parayla satın alınacak insan yoktur" düşüncesini aklından çıkarmayacaksın ve devletin o bölgedeki tüm elemanlarının mal varlıklarını inceleme altına alacaksın.

* Çok rahat şekilde yapılan kaçakçılık için de özel tim kuracaksın. Kimseye aman vermeyecek. Bu sayede terörizmin kaynağını yok edeceksin.

* Devletin tüm elemanlarının üzerinden gözünü ayırmayacaksın. Gerekirse telefon dinlemeleri yapacaksın. Teröristlerle ve kaçakçılarla iş birliği yapmadığına emin olacaksın. Olamadıklarını başka bölgelere gönderip, sıcak bölgeden uzaklaştıracaksın.

* Hayalet uçaklar özellikle geceleri sürekli uçuş yaparak bölgeyi tarayacaklar.

* Sınırlardan ellerini kollarını sallayarak girebiliyorlar. Sınıra yakın bir çok noktaya ısı algılayıcıları yerleştirilecek. Bunlar tek bir özel merkezden izlenecek. Bir yerde uyarı alınırsa hayalet uçaklar o noktaya sevkedilecek.

* En ufak şüphede dahi emin olana kadar taramaya devam edeceksin. Hiç bir şey asla gözden kaçmayacak.

* Teröristlerin sınırdan içeri girdikleri ve izledikleri rotalar tespit edilip, haritası çıkarılacak.

* Bölgedeki her tepe, çukur, mağara vb. gibi yerlerin haritası çıkarılacak. Teröristlerin kullanabileceği bir yer ise özel sensörlerle gözlem altına alınacak. Ya da yararlanılmayacak hale getirilecek.

DEVAM EDECEK

9 Temmuz 2011 Cumartesi

FB mi haklı basın + devlet mi?

Bir tarafta Fenerbahçe diğer tarafta basın ve devlet var. Şu anda bu iki taraf bir savaş halinde. Fenerbahçe suçsuzuz diyor. Karşısında yer alan basın bazı belgeler yayınlayarak Fenerbahçe'yi suçlu çıkarıyor. Suçlu çıkaran bir diğeri ise devlet. Aylar süren yoğun çalışmalardan sonra suç unsuruna rastladılar ki, Fenerbahçeli bazı yöneticileri tutukladılar.

Eğer suçsuzum diyen Fenerbahçe aklanırsa, basın ve devlete mutlaka ceza verilmesi gerekir. Basına bu olmayan belgeleri kendi uydurduğu için, devlete de aylarca gözetleyip, suçlu çıkarabilecek hiç bir delil bulamadan tutuklama yaptığı için. Sonuç olarak suçlu hangisi ise o kadar büyük cezalar verilmeli ki başkaları için tamamen caydırıcı olsun.

30 Haziran 2011 Perşembe

KISA KISA: Çocuk gelinler

Önce haber:

http://dunya.milliyet.com.tr/turkiye-nin-utanci-dunya-basininda/dunya/dunyadetay/30.06.2011/1408679/default.htm?ref=sporx

Devlete oy kazandırmayacak bir sorun daha. Şimdiye kadar gelen her hükumet gibi bu hükumette buna ayıracak zaman bulamıyor. Yaptığı bir tek çalışma bile yok. Bir bakan görevlendiriyor. O bakanda dolaşıp, gazetelere beyan veriyor. Başka yapılan hiç bir şey yok. Kanunlara göre de suç ama şimdi bunun üzerine gidip, kim uğraşacak. Halk ne yapıyorsa yapsın, kimse bize dokunmasın havası var devlet görevlilerinde. Yani kısaca devlet yok, bir tek Allah var. Türkün her işi Allahlık

15 Haziran 2011 Çarşamba

Demokraside matematik

Önce Mustafa Mutlu'nun köşe yazısını yazayım, sonra da cevabımı yazayım:


Türk tipi demokrasinin matematiği: 27 bin 620, 36 bin 642’den büyüktür!

İstanbul 1. Bölge’den bağımsız milletvekili adayı olan Tuncay Özkan 32 bin 630...

İzmir 2. Bölge bağımsız adayı Erdal Avcı 36 bin 642...

Erzurum bağımsız adayı

Sebahattin Yılmaz 33 bin 308 oy aldı.

Ve hiçbiri seçilemedi.

BDP’nin bağımsız adaylarından Selahattin Demirtaş Hakkâri’de 31 bin 927, Adil Kurt 31 bin 756, Esat Canan 30 bin 977...

Iğdır adayı Pervin Buldan 31 bin 049...

Kars adayı Mülkiye Birtane ise 27 bin 620 oy aldı...

Ve hepsi seçildi!

***


Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsi eşit...

Seçim kanununa göre de; tüm seçmenlerin oyu aynı değerde!

İyi de o zaman bu nasıl matematik?

36 bin 642 oy olan bağımsız aday seçilemiyor, 27 bin 620 oy alan Meclis’e giriyor!

***


Sorum ilkokul ikinci sınıf matematik bilgisi olan herkese:

27 bin 620, 36 bin 642’den büyük mü?

“Elbette değil” diyorsanız, o zaman bütün vatandaşların oyu eşitse...

Neden İzmir’de 36 bin 642 oy alan aday milletvekili olamıyor da; kendisinden 9 bin 022 oy daha az alan Kars adayı, ceylan derili koltuğa kuruluveriyor?

Kastınız İzmir’eyse...

Erzurum’un Iğdır’dan farkı ne? 33 bin 308 Erzurumlu seçmenin oyu, neden 27 bin 620

Iğdırlı’nın oyundan daha değersiz sayılıyor?

***


Kimse laga luga yapmasın!

“Bölgenin, ilin temsili gereği” falan demesin...

Kimse, “demokrasiye özel bir matematik icat etmeye” kalkışmasın...

Sorum basit, yanıtını bilen varsa versin...

Yanıt bulunmuyorsa, o zaman bu garabet sona erdirilsin!

Yok; sona erdirilmiyorsa, o zaman kimse çıkıp da, “demokrasiden, oyların eşitliğinden, adaletten” falan söz etmesin!



CEVABIM:

1- Pisikolojik Tarafı
Bu yazı yazılırken BDP'ye karşı olan düşmanlık ağır basmış. Söz konusu CHP vb. partisi olsaydı bu yazı da hiç olmayacaktı.

2- Matematik Tarafı

HAKKARİ
Toplam Seçmen   : 134,633
Toplam Kullanılan Oy : 121,022
Milletvekili Sayısı : 3

IĞDIR
Toplam Seçmen   : 108.499
Toplam Kullanılan Oy : 82.282
Milletvekili Sayısı : 2

KARS
Toplam Seçmen   : 185.183
Toplam Kullanılan Oy : 146.663
Milletvekili Sayısı : 3


İZMİR 2. BÖLGE
Toplam Seçmen   : 1.477.543
Toplam Kullanılan Oy : 1.321.153
Milletvekili Sayısı : 13

ERZURUM
Toplam Seçmen   : 481,163
Toplam Kullanılan Oy : 414,805
Milletvekili Sayısı : 6

İSTANBUL 1. BÖLGE
Toplam Seçmen   : 3,373,219
Toplam Kullanılan Oy : 2,932,786
Milletvekili Sayısı : 30

Bölgelere bakacak olursak seçilenlerin bölgelerindeki seçmen sayısıyla, seçilemeyenlerin arasında dağlar kadar fark bulunmakta.108 bin seçmenin bulunduğu yerde seçilme oyu tabii ki düşük olacak. 108 bin seçmenden 30 bin oy almak mı başarıdır yoksa 1,5 milyon seçmenden 40 bin oy almak mı başarıdır?

Alınan oy oranlarını da vereyim:

KAZANAMAYANLAR

1- İstanbul 1. Bölge’den bağımsız milletvekili adayı olan Tuncay Özkan 32 bin 630
% 1.14

2- İzmir 2. Bölge bağımsız adayı Erdal Avcı 36 bin 642
% 2.84

3- Erzurum bağımsız adayı Sebahattin Yılmaz 33 bin 308
% 8,13

KAZANANLAR

1- Selahattin Demirtaş Hakkâri’de 31 bin 927
% 26.92

2- Adil Kurt 31 bin 756
% 26.78

3- Esat Canan 30 bin 977
% 26,12

4- Iğdır adayı Pervin Buldan 31 bin 049
% 31,48

5- Kars adayı Mülkiye Birtane ise 27 bin 620
% 19.24

Bu oranlarda çok net gösteriyor ki aralarında dağlar kadar fark var. Her 100 kişinin 2'si - 8'inin güvendiği kişiler mi başarılı sayılmalıdır yoksa 20'si - 30'u mu?

Bu verilerden de açıkça görülmelidir ki, aldığın oy sayısı değil oy oranı önemlidir. Kazananlar Türkiye geneline göre değil, bölgelerin kendi geneline göre hesaplanmaktadır.

Yazarın istediği sistemde oy oranı değil, sayısı hesaplanmalıdır. Böyle durumda bazı illeri temsil edecek milletvekili çıkamayabilir. Toplamda 550 milletvekili seçilmektedir. Aldığı oylara göre yaparsak 100 bin nufuslu ilçede milletvekili çıkaramazsın. Milletvekillerinin yarısından çoğu devamlı göç almakta olan İzmir, İstanbul ve Ankara'dan çıkar. Bu da hiç adil değildir. Her ilçenin en az 1 milletvekili de olsa temsil edilme hakkı olmalıdır.

Son olarak diyorum ki; daha adil bir yöntem biliyorsanız açıklayın, bilmiyorsanız ebediyen susun

2 Haziran 2011 Perşembe

Aşk olsun OECD! imişmiş

Önce bir yazarın şu yazısını okuyun, ardından ben de bir yorum yapacağım:


Aşk olsun OECD!


İktidar sahiplerinden yıllardır “ekonominin ne kadar iyiye gittiğini”, “refahın ve yaşam kalitesinin ne kadar arttığını” dinleyip duruyoruz…


Seçim dönemine girdik ya; şu önümüzdeki iki ayda daha çooook dinleyeceğiz!


Peki; gerçek böyle mi?


***


Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), “Bir Bakışta Toplum” başlıklı bir rapor yayınlamış…


OECD’nin otuz ülkesini kapsayan bu raporunda Türkiye ile ilgili şu saptamalar yer almış:


- En yüksek gelir eşitsizliğine sahip ülkeler Şili, Meksika ve Türkiye…


- En düşük istihdam oranına sahip ülke; Türkiye…


- İşsizlikte ikinci ülke; Türkiye…


- Yoksullukta üçüncü ülke; Türkiye…


- Çocuk eğitimine devlet kaynaklarından en az parayı harcayan ülke; Türkiye…


- Kadınların doğurganlık oranının en yüksek olduğu ülke; Türkiye…


- Bebek ölümlerinde birinci ülke; Türkiye…


- İnsanlarının en kısa ömürlü oldukları ülke; Türkiye…


***


Bu araştırmayı yapan kuruluş, CHP ya da MHP için çalışan araştırma şirketleri değil; OECD!


Bu yüzden Başbakan bu raporun doğru olmadığını, verilerin çarpıtıldığını söyleyemez…


Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı, yalanlayamaz…


Peki ne yaparlar?


Sadece görmezden gelirler…


Saklarlar, yok sayarlar!


Çünkü her şey tabak gibi ortada… Bu sözlerin üstüne söz söylenmez!


“Enflasyon düştü, paradan altı sıfır atıldı, büyümede rekor üzerine rekor kırıyoruz…”


Da…


Yukarıdaki veriler ne?


Bu yoksulluğu, sefaleti, ayıbı kime, nasıl anlatacağız?


***


Aşk olsun sana OECD!


Tam da seçimlere 50 küsur gün kala… Yapılacak iş miydi bu raporu yayınlamak!


Mustafa Mutlu



Sizce bu karşılaştırma doğru olmuş mu?.

Bir ülkeye yön verenlerin başında yazarlarda gelir. Yazdıklarıyla milyonlarca insanın fikrini çelebilirler. Türkiye'ye ye baktığımızda bunu yapabilen pek yazar göremiyorum. Sebeplerin en başında da insanların pek itimat etmemesinden kaynaklanıyor.

Bu yazar da toplumu peşinden koşturabilecek kadar bilgili bir kişi olmadığını okuduğunuz yazısıyla ispatlamış oldu. Peki nedir bu bilgisizliği?

Şöyle bir paragraf yazmış:

"İktidar sahiplerinden yıllardır “ekonominin ne kadar iyiye gittiğini”, “refahın ve yaşam kalitesinin ne kadar arttığını” dinleyip duruyoruz... "


Bu paragraftan anlaşılması gereken şey "Türkiye tamamen refaha kavuştu, biz dünyanın en iyi ülkelerinden biriyiz" sözü değildir. Yazarda neredeyse Türkiye neden 1 numarada değil diyecek kadar ileri gitmiş.

Burada "iyiye gidiyor" ve "arttı" kelimeleri kullanılmış. Bu kelimeler geçtiğine göre başka ülkelerle karşılaştırmayacaksın; bunu önceki yıllardaki Türkiye ile karşılaştıracaksın. Biz dünyanın en iyi ekonomisine sahip ülkelerden biriyiz demiş olsaydı AKP, o zaman bu karşılaştırma doğruydu. Denmediği için bu tamamen geçersiz bir savdır.


Karşılaştırma 30 ülke ile sınırlı. Bu ülkeler hangileri yazmamış. Büyük ihtimalle ekonominin en büyük 30 ülkesidir. 200 küsur devlet arasından ilk 30'a girmek bile başarıdır diye AKP savunma yapabilir. Ve devam eder:

Eskiden derecelerimiz 100'lerde iken biz 30 lara indirdik. Hedefimiz olan 2023 yılında Türkiye ilk 30 ülke değil, ilk 10 hatta ilk 8 ülke ile karşılaştırılacaktır.

GELELİM DİĞER GERÇEKLERE

AKP'nin savunucusu değilim. AKP'yi eleştirenlerin abşında bile gelebilirim. Ama ben akılcılığa ve mantığa bakarım. Okuduğunuz yazıdaki gibi mantıksız eleştirileri kınarım. AKP'nin açığını yakalamak uğruna her taraftan vurmaya çalışan bu tür mantıktan ve akıldan uzak insanlar, Recep Tayyip Erdoğan'ın ustaca hazırlanmış konuşmalarıyla al aşağı edilmektedir. Bu yazarların alaşağı edilmesi AKP'ye inanılmaz oylar kazandırmaktadır. Birilerinin bu düşüncesiz yazarları susturması gerekir yoksa AKP'yi koltuktan indirmek imkansız olacak.

14 Mart 2011 Pazartesi

Star Wars: Klon Savaşları

CNBC-e'de Star Wars adlı bir çizgi film yayımlanmakta. Geçen cumartesi ve pazar günü (12 - 13 Mart 2011) yayınlanan bölümlerini izlerken sanki Türkiye'den esinlenmişçesine çok büyük bir benzerlik vardı.

Çizgi filmin konusu yozlaşmaydı. Bir bölümünde daha fazla verim elde etmek için çaya yasaklı madde ekleniyor. Bu madde fazla olunca öğrenciler zehirleniyor. Bu maddeyi ülkeye, gümrük görevlileri ve devletin güvenlik mensupları kanunsuz yöntemlerle sokuyor.

Diğer bölümünde de o ülkenin senatörü, güvenebileceği hiç kimse olmadığından başka bir ülkeden yardım alıyor. Tabii ki yardım aldığı bu kişilerde çizgi filmin başrol kahramanları. Kahramanlar çocuklara ders vermeye geldiklerini sanıyorlar ama kendilerini yozlaşmanın içinde buluyorlar. Açlığın başladığı bu ülkenin başbakanı yiyecekleri karaborsadan satarak kendine çıkar elde ediyor. Kahramanın yardımıyla başbakan yakalanıyor.

Ülkemizde de kısa süre önce bir çok gümrük görevlisi tutuklanmıştı. Tabii ki ülkemizde bu tür olaylar hep gizli kalmıştır. Yakalananlar sadece çölde bir kum tanesi. Her yer o kadar yozlaşmış ki bu yozlaşmayı bitirmek için bizim de başka ülkelerden yardım almamız gerekmektedir. Ama maalesef Star Wars çizgi filminin kahramanları gibi bir kahraman yok ve olsa da o kahramanlarını çağıracak kişi maalesef ki ülkemizde yok.

Bu noktada aklımıza Osmanlı İmparatorluğu'na ve tüm dünyaya kafa tutan Atatürk geliyor. Onun yardım alabileceği bir kahraman yoktu ama şerefli insanlar bulabildi çevresinde. Paraya pula boyun eğmeden ülkesi için canlarını feda ettiler.

Yine günümüze dönüyorum ve soruyorum:
Bu yozlaşmaya karşı savaşacak, paraya pula bakmadan canını bile feda edebilecek kaç kişi var?

Birçok kişi ben diyecektir eminim ama sadece "ben" demekle kalacaklardır; adım gibi de eminim.

Yozlaşma ülkeleri yok oluşa götürür. Türkiye'de ...

17 Şubat 2011 Perşembe

Futbolun basit hataları (Beşiktaş - Dinamo Kiev)

Beşiktaş Dinamo Kievli oyuncu Shevchenko'nun kafasından bir gol yedi. Bu yenen gol tam bir defans hatasıydı.

Kornerler genellikle ceza sahası içine atılır. Kaleciler de o sırada kale çizgisindedirler. Rakip oyuncu topa vurursa çok yakından bir vuruş olur. Burada kalecilerin refleksleri önem kazanır. Eğer top direk dibine giderse bu topu kalecilerin çıkarması çok zordur. Kaleci direğe yakınsa topu çıkarmak için atladığında direğe çarpabilirler. Tedirgin bir atlayış yapmak zorunda kalırlar. Genellikle de topa dokunurlar ama yönünü değiştiremezler. Uzaklarsa da oraya kadar uzanmaları neredeyse imkansızdır. Bu sebepten dolayı kornerlerde direk diplerine birer oyuncu koyarlar. Direğe yapışmaları gerekir. Kaleciler için kale yarımşar metre kadar da küçülmüş olur bu sayede ve direğe çarpma riski de ortadan kalkmış olur.

Shevchenko yakın mesafeden topa kafa vurdu. O anda direğe yapışması gereken İsmail, direkten yarım metre uzaktaydı. Dolayısıyla hem topa müdahale edemedi, hem de kaleciye engel oldu. Direğe yapışmış olsaydı çok rahat bir şekilde golü önlemiş olacaktı. Bunu daha küçük yaşta öğrenmesi gerekirdi. Teknik direktör maçın kasetini oyunculara izlettirecek ve hatalı pozisyonlarda neleri yapmaları gerektiğini anlatıp, antramanlarda da teker teker ve tekrar tekrar çalıştıracak yoksa Beşiktaş her geçen gün kan kaybedecek.

4 Şubat 2011 Cuma

Bu nasıl defans Galatasaray?

Galatasaray'da her şey değişiyor ama sahada oynanan futbol değişmiyor. Hemen hemen hiç kimse de Galatasaraylı yöneticilere bunun sebebini sormadılar, anlayamadığım nedenlerden dolayı. Ben burada özellikle Galatasaray'ın defansından bahsetmek istiyorum.

Önceki yazılarımın birinde Galatasaray'ın 2010 yılı sezon başı değerlendirmesini yapmıştım (http://muratbb.blogspot.com/2010/07/galatasarayn-2010-sezon-bas-analizi.html ) Burada defans için Avrupa Kupası maçında yapılan hatalara da değinmiştim. O maçta yapılan hataları bu maçın üzerine koy tıpa tıp aynı çıkar. Aradan aylar geçti ama Galatasaray'da hiçbir şeyin değişmediğine şahit oluyoruz.

Önce sezon başına gidelim. Avrupa maçlarıyla GS sezona başladı. Rakipleri çok zayıftı ama neredeyse hepsinden gol yedi. OFK Belgrad'ı deplasmanda 5 golle eleyebilmiş olmasına rağmen, kendi sahasında 2 tane gol yemiş ve yenmeyi başaramamıştı. Sonraki rakip Karpaty Lviv'di. ( Maçı izlemek için: http://www.nationalturk.com/galatasaray-karpaty-lviv-genis-ozeti-golleri-5630018 ) Maçın 34. dakikasınında Karpati bomboş ortasahadan ani atağa kalkıyor. Kozhanov defans arkasına sarkıyor ve tutamıyorlar. Sahanın diğer tarafında Servet'in arkasında yine bomboş durumda olan Kuznetsov ön direğe koşarak bir dokunuşla rahatça golünü atıyor. 2. golde ise sol tarafta yine boş durumda 2 oyuncu paslaşarak çizgiye iniyor. Arka direğe ortasında bir başka boş isim Zenjov bir dokunuşla 2. gollerini kaydediyor.

Buna benzer o kadar çok gol yendi ki sonrasında, yaz yaz bitmez. Ben sezon başından en son oynanan maça atlıyorum. Amaç değişen Hiçbir şeyin olmadığını göstermek.

Gaziantepli Zurita defans arkasına bir pas atıyor. GS defansı yine kaçırıyor. Bomboş pozisyonda ceza alanına yerden orta yapıyor. Yine bomboş pozisyondaki Cenk topu bir dokunuşla ağalara gönderiyor. Korner kullanılıyor yine ceza sahası içinde boş bir oyuncu ve bir vuruşla golünü atıyor. 11 oyuncu o küçük ceza sahası içinde nasıl bomboş oyuncu bırakırlar, şaşılacak bir şey. Gelelim 3. gole... Cenk 4 GS'li oyuncu arasında topu göğsüyle alıyor, düzeltiyor, önünü açıp vuruyor. Oysaki bırak topla buluşmasını defansın Cenk'e top göstermemesi gerekir. Hatta Cenk'in yanında bir GS'li olsa Sosa ona pası atmazdı.

Futbol genç takımlarda öğretilir. Yaşın 10 civarı ve hatta daha küçüktür. Orada hocaların defans oyuncularına söyledikleri ilk şey rakibine yakın oynayacağındır. Rakibinin ensesinden ayrılmayacaksın ve topla buluşmasını engelleyeceksin. Asla boşta adam kalmayacak. Bunun için defansın ortasında ve en gerisinde oynayan oyuncu görevlendirilir. Bu kişinin görevi adam tutmak değil, boşta olan oyuncuları tespit edip, kendi arkadaşlarını uyararak yönlendirmesidir. 6-7 yaşındaki çocuklar dahi bunu öğrenip uygularken, GS'li oyuncuların becerememesi düşündürücü bir olaydır.

Birilerinin Galatasaray'a defansın nasıl yapılacağını öğretmesi gerekir, haksız mıyım?

14 Ocak 2011 Cuma

Tahliyelerin kronolojisi

- Devlet bir kanun çıkardı ve tutukluluk sürelerine kısıtlama getirdi.

- Bu çıkarılan kanun aksamalar olacağı düşünüldüğünden 2010 yılı sonuna kadar uzatıldı.

- Kanunun yürürlüğüne gireceği tarihe yaklaşıldığında bazı yargı çalışanları tehlikeyi farketti ve yargı üst mercilerine durumu iletti. Yargı dışında olacakları sadece tutuklu avukatları biliyordu. Başka hiç kimse tehlikeyi farkedememişti.

- AKP'nin yargıyı ele geçirme çabaları vardı ve yargı çalışanları buna direniyorlardı. AKP'yi biraz sarsmak için herşeyi hasır altı edip, seslerini çıkarmadılar.

- 2011'e az bir zaman kala devletin sesini çıkarmadığını gören bazı tutuklu yakınları planlar yapmaya başladı. Devlet serbest bırakacaktı ama tekrardan tutuklanacakları belliydi. Ülke dışına kaçak yolla çıkmak basitti. Kalacak yerleri de her zaman vardı ve ortada sorun yoktu.

- Tahliyelerin başladığı gün, hapisten çıkanlar hemen soluğu yurtdışında aldılar.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Ölümden nemalanmak

Bir müslüman düşmanı olduğunuzu düşünün. Elinizde güç ve parada var. Müslümanlığa ağır darbe vurmak için ne yaparsınız?

Bu soruya ben cevap vereyim:

Müslümanmışım gibi davranıp, müslümanlar içinden ezilmiş bir insan bulurum. Onu hristiyanlara karşı iyice doldururum ve canlı bomba olmaya ikna ederim. Müslümanlar arasında canlı bomba olmak yaygın olduğundan, bir çok kişi dini uğruna gözünü kırpmadan canını vereceğinden bu çok basit bir şeydir. Bu seçilmiş kişiyi hristiyanların tam da ayin düzenledikleri zamanda yollar, bombayı patlatmasını söylerim. Böylelikle kendinizin müslümanlara duyduğunuz nefreti tüm dünyaya yaymış olursunuz. Bunun yanında da müslümanlara karşı bir hristiyan hareketi başlar. Dünya iyice kutuplaşır ve dolayısıyla para ve gücü daha üstün olan taraf dünyaya hükmeder.

Buna en güzel yaşanmış örnek Mısır diyebiliriz. 21 kişinin ölmesine ve yüzlerce kişinin yaralanmasına sebep olan bu olay bir müslümanın aklından çıkmış olamaz. Hangi müslüman, müslümana zarar vermek isteyebilir ki?

Bir de başka açıdan ele alalım durumu. Herkesin bildiği gibi dünyanın hemen hemen her yerinde, karışıklıklardan nemalanan insanlar var. Bu insanlar paraya hükmettiklerinden, cahil insanları kolaylıkla kandırıp, kendi emellerine alet etmektedir. İzledikleri yol "ne kadar çok karıştırırsan, o kadar çok para ve güç kazanırsın"dır.

Tüm bu sebeplerden dolayı gerçekleşen saldırı sadece Mısır'ın değil, tüm dünyanın sorunudur. Daha iyi bir dünya için tüm dünya ülkeleri el ele vermelidir. Sorumluları ne yapılıp, edilip bulunmalı ve de herkese ders olacak bir şekilde cezalandırılmalıdırlar. Sadece bu olayda değil, diğer bir çok olay için de...

Murat BB

1 Ocak 2011 Cumartesi

Canım Türkiyem (Kısa kısa...)

ÖSYM
ÖSYM'de suçlu çalışanları çıktı. Burada kafama bazı sorular takıldı.
1. Acaba kaç yıldır çalışanlar bu suçu işliyor?
2. Şimdiye kadar ne kadar para kazanmışlardır?
3. Bu zamana kadar nasıl oluyor da yakalanamadılar?
4. Eğer bir çok kişi tam puan almamış olsaydı, devlet bu sahtekarlığı ortaya çıkarabilecek miydi?