26 Kasım 2010 Cuma

Türkiye'de dürüst yaşayanları enayi yerine koyma affı

Önce haber:

Trafik Cezaları Siliniyor

31 Temmuz tarihinden önceye ait 120 liranın altındaki trafik cezaları silinecek. Bu rakamın üzerindeki cezalar ise eksiksiz tahsil edilecek.


TRAFİKTE AĞIR CEZALARA AF YOK

15 Kasım'da duyurulan tasarının ilk halinde trafik cezalarının yüzde 50'sinin tahsil edilmesi öngörülüyordu. Zaman gazetesinden Ercan Baysal imzalı haberde maddenin değiştirilip 120 lirayı aşan cezalarda indirim yapılmaması kararlaştırıldı.


Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan tarafından 15 Kasım'da duyurulan borç yapılandırma tasarısında idari para cezalarının yüzde 50'sinin tahsil edileceğine ilişkin maddede değişiklik yapıldı.


120 TL ÜSTÜNE AF KALKTI

Buna göre 120 liranın üzerindeki tüm trafik para cezalarının tahsilinde herhangi bir şekilde indirim olmayacak. Maliye Bakanlığı'nın koordinasyonunda yürütülen tasarının ilk halinde cezanın yüzde 50'sinin tahsilinden vazgeçilmesi ve kalan miktara TÜFE veya ÜFE'ye endeksli enflasyon oranında faiz hesaplanması yer alıyordu.


MADDE YENİDEN DEĞİŞEBİLİR

Değişikliği değerlendiren ekonomi yönetiminden üst düzey bir yetkili, tasarının dün itibarıyla son şeklinde maddenin böyle olduğunu belirterek, değişiklik olabileceği sinyali verdi. Düzenleme hakkında değerlendirmede bulunan yetkili, "Tasarı ne zaman Başbakanlık tarafından yayınlanırsa o zaman son şeklini almış demektir. Başbakanlık'a gidene kadar yeni değişiklikler olabilir. Mevcut maddelerde değişiklik olabileceği gibi yeni maddeler de eklenebilir." dedi.


Şimdi yorumlar:

bonaboy
enayi
bu sondu artık. baslangıçta gelirlerde bi artıs yaşanacak belki ama artık ben ve benim gibi borcunu,cezasını yatıran vatandaşlardan zor alırsınız bundan sonra, ceza katlansada ödemeyi düşünmüyorum artık. afmış, geri ver ozaman benim yatırdığım gecikme cezalarını. ödemeyenler gülüp enayi diyorlar resmen, ayıptır yapmayın ya.

kralyorumcu
Saçmalık
Vergi affı,ceza affı bu ne saçma uygulamadır.Milleti ödememeye teşvik ediyorlar ve ödeyenleri enayi yerine koyuyorlar.Tam bir alaturka yönetilen ülkeyiz.Kurallara uyanların hep kaybettiği bir ülke.


meshutke
mer

ödeyenler ne olacak
biz ödedik kabahatimiz ne olacak


fulham

artık ödemiyorum
hadi bakalım simdi millet 120 tl ya kadar olan cezaları ödemezse ne olucak ? krımızıda gecsin , ana caddeye parketsin , girilmeze girsin , muayenesini yaptırmasın....v.s v.s nasıl olsa af gelir ....ama trafik güvenlik nerdeeeee....? ne zihiniyet ya !!!!!!!!



kulakver

biz zamanında ödedik
enayi olduk ee bundan sonra hiç ödemeyelim nasıl olsa hökümetimiz bir af daha çıkartır



cimbomlu
_loco

Cezanin Affi mi Olur
Cok sacma, tam bir Türkiye klasigi.adam gelsin kanun önünde suc islesin ( ne oulrsa olsun;cinayetten ,kirmizi isikta gecmeye) sen ona devlet olarak ceza ver , sonrada affet. Bunu yapan adam nasil olsa bir gün bir sekilde affediler deyip bir daha yapmayacak mi zannediyorsunuz? Bunun yerine cezalar HERKSETEN gerekirse icra yoluyla,olmadi hapis cezasiyla tahsis etmeliler, yoksa verilen cezanin bir caydiriciligi olmaz.



stürkyil
maz

Bence Yanlış
Vatandaşın her türlü borcu af edilebilir veya indirim yapılabilir ama trafik cezalarının affedilmesi demek trafik canavarlarının affedilmesi demek ve bence yanlış



denisili
n

af tamamen kalkmalı
sadece trafikten değil kurallara uyan düzgün yaşayan insanlar saf mi? zaten cezalarımız kanunlarımız caydırıcı değil üstüne bir de ödül verir gibi af nasıl bir mantıktır? bu memlekette hergün terörden fazla can trafikte gidiyor farkında değil misiniz?

Bu af suç işleyip, hiç takmayıp ödemeyenleri ödüllendirmek, suç işlemeyen ve de işlese de zamanında ödeyenleri ise enayi yerine koymaktan başka bir şey değildir. Çok merak ediyorum:
BU AFFIN KİME NE FAYDASI OLACAK?

21 Ekim 2010 Perşembe

Saptırın saptırın (1)...


Bir olayı anlatırken bazen etki yaratabilmek için abartılır. Özellikle basın çalışanları haberlerinde buna sık sık başvurur. Ama artık son zamanlarda bu iş o kadar raydan çıktı ki, "bu kadarına da pes artık" dedirtmeye başladı.

Örnek olarak bir gazete Erman Toroğlu'nun televizyondaki programındaki bir konuşmayı öyle bir şekilde verdiki, tüm Türkiye'yi ayaklandırdı. Abartınında dışında yalan haberin arkasından tüm Türkiye atladı. Özellikle başka basın organları araştırmadan etmeden Erman Toroğlu'nu eleştiri yağmuruna tuttu. Buna Galatasaray takımı da dahil oldu.

Ben de sadece okutmak için bu yola başvuranları deşifre etme gereği duydum. İşte saptıranlar...
Başlık: Timsah Yiyen Balık
Merak edip yazıyı okuyorsunuz. Çünkü dünyada timsahla beslenen hiç bir canlı türü yok. Besin zincirinin en üstünde timsah yeralmakta. Eğer doğruysa bu teori bozulur ve kitaplar yeniden yazılmak zorunda kalır.

Tabi olayın aslı şu cümleyi okuyunca ortaya çıkıyor;

"Nehirde yakalanan bu devasa canavar, bir timsahla bile boğuşup, yenebilecek güce sahip..."


Sonuç: Bu balık timsah yemiyor, sadece timsahla başedebilecek güce sahip. Okutabilmek için hiç alakası olmayan bir başlıkla haber sunulmuş. Hiç hoş bir şey değil...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Sosyal adalet nedir?

Sosyal adalet nedir ve nasıl uygulanır?

Sevgili arkadaşım Nilay'dan bir mail aldım. Güzel anektodlar vardı içinde. Bir tanesi çok dikkatimi çekti. Son günlerde adalet, haddinden fazla tartışılır oldu. Tam da tartışmanın yoğun olduğu bu zamanda bu ufak fıkra ve hikaye karışımı yazı gerçekleri çok iyi anlattığından dolayı ister istemez bloğuma koyma zorunluluğu hissettim kendimde...


Aslan, eşek ve tilki ava çıkmışlar; bir geyiği vurup gelmişler. Aslan emretmiş:
“Şunu pay edin!”

Eşek avı üç eşit parçaya bölmüş, herkesin payını vermiş; ama aslan beğenmemiş:
“Hani benim aslan payım!”

Eşek, eşekliğinden olacak anlamamış:
“Ne demek aslan payı!”

Aslan bir pençede eşeği parçalamış, sonra, tilkiye dönmüş:
“Hadi, sen pay et!”

“Efendim sizin olduğunuz yerde pay etmek ne demek? Hepsi sizin, buyurun afiyetle yiyin!”

Aslan hayretle sormuş:
“Sen bunu kimden öğrendin?”

Tilki cansız yatan eşeği göstermiş:
“Adına da sosyal adalet diyorlar..."

24 Eylül 2010 Cuma

Basından (Don Balon: Okey Fenerbahçe'ye gelirim)

http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1293068

Bu yazıdaki 2 yere taktım:

1- Haberin kaynağı Don Balon'muş. O kadar çok balon haber var ki basında ve ilginçtir hala da bu haberlere inananlar var. Bu kişilerle daha da ileri gidilerek dalga geçmenin bir başka methodu mu? Sanki biri dalga geçiyormuş gibi geldi bana.

2- "Ramos'un 'Okey Fenerbahçe'ye gelirim' dediği öne sürüldü."
a) İspanya'da da acaba Türk entellektüeller gibi TAMAM yerine OKEY'mi deniyor.
b) Ramos'ta Türkçe bilen bir entellektüel mi?
c) Çeviriyi yapan tam bir entellektüel mi?

Eğer ki doğru olan c şıkkıysa, bu çeviriyi yapanı sokaktan mı bulmuşlar sorusu aklıma gelir. O zaman söylenecek şey: "Türkçe'yi iyice ayaklar altına serdiler."

Canım Türkiyem ('Dolandırıldınız iyi günler')

Çanakkale’de, cep telefonuna "para ödülü kazandığı" yönünde mesaj gelen kadın, ödülü alabilmek için bin 760 liralık kontör gönderdiği kişinin, "dolandırıldınız, iyi günler" demesi üzerine, polise başvurdu.

Alınan bilgiye göre, kimliği henüz belirlenemeyen kişi, İbadet Akbıyık’ın cep telefonuna, bir çekiliş kampanyasından 18 bin lira ödül kazandığı yönünde mesaj gönderdi.

Mesajın gönderildiği telefon numarasını arayan Akbıyık, zanlının, parayı alabilmesi için en yakın para çekme makinesine gidip, vereceği numaraları aktif etmesi için kontör göndermesi talebi üzerine, bin 760 lira tutarında kontör yolladı.

Akbıyık, kontörü gönderdiğini ve başka parası kalmadığını söylediğinde, zanlı, "dolandırıldınız, iyi günler diyerek" telefonu kapattı.

Bunun üzerine polise başvuran Akbıyık, zanlı hakkında şikayetçi oldu.

Zanlının kimliğinin belirlenmesine çalışıldığı bildirildi.

MİLLİYET

19 Eylül 2010 Pazar

“Oku, büyük adam ol” demiş Yılmaz Özdil

Yılmaz Özdil yine çok güzel bir konu bulmuş. Konu Türkiye'de başta olan hükümetin öğrenim durumu. Buradan giriş yapılarak başka eklerle -çağrışımlarla konu zenginleştirmiş. “Bir işi en iyi uzmanları yapar, o yüzden herkes öğrenim gördüğü dala göre bakanlıklarda görev almalıdırlar” sözüne getirmiş. Obama, İngiltere Başbakanı, Putin ve Angela Merkel iyi üniversitelerden mezun olmuşlar. Normal şartlarda olması gerekende bu... Hiç kimse bunlara itiraz edemez.

İşte Yılmaz Özdil’in o yazısı:

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15556977.asp

Güzel bir yazı olmuş, her zaman ki gibi. Ama burada bir konuya katılamayacağım:

“Bir yandan, çocuklarımız en iyi üniversitelere girsin diye kıçımızı yırtıyoruz... Bir yandan, siyasetçi esnafının en iyi çocuklarımızı siyasete sokmamasını armut gibi seyrediyoruz!”

Dikkat edilmesi gereken bir nokta var, onunla başlangıç yapayım. Örnekteki başbakanlarının hepsinin ülkesi G8'de yer alıyor. Yani dünyanın en gelişmiş 8 ülkenin başbakanlarından 4’ü. Okudukları okullarda dünyanın en iyi okulları arasında. Bir ülkenin gelişmesindeki en büyük etken ülkenin eğitim seviyesiyle doğru orantılıdır. Eğitim seviyen ne kadar gelişmişse, ülkende o kadar gelişmiş demektir. Ve ülken ne kadar gelişmişse, eğitim seviyen de o kadar gelişmiş demektir. Bu ikisi birbirini basamak olarak kullanarak yukarılara çıkar. Türkiye’ye baktığımızda ne ülkemiz olması gereken gelişmişlikte, ne de eğitim sistemimiz.

Eğitim seviyesiyle bu ikiliye giriş yapayım. 4 çeşit insan vardır. Bunlar:
1- Akıllı insan
2- Ezberci insan
3- Hem akıllı, hem ezberci insan
4- Hem akılsız, hem de ezberi kötü insan

Bu 4 insan türünden en çok güvenilecek insan 3 numaradaki türdür. Yani hem akıllı, hem ezberci.

Türkiye’deki eğitim sistemini ele alalım. Sınavlarda başarılı olmak için ne yapıyoruz? Sınavlara az bir zaman kala sınav olacağımız yeri ezberlemeye çalışıyoruz. Ya başka bir şey yapıyor muyuz? Hayır, sadece ezberlemeye çalışıyoruz. Yani Türkiye’de öğrenimde başarılı olabilecek 2 türlü insan var. Ezberci ve hem ezberci hem de akıllı. Fakat akıllı insanlardan ezberi de iyi olan pek insan çıkmaz. Dolayısıyla öğretimde en başarılılar ezberci insanlardır.

Ezbercilik akıllı insan yaratmaz, başkalarının yaptığını taklit eden insanlar yaratır. Zor durumlarda hep bir yerlere danışmak zorunda kalırlar. Bu sebepten dolayı bu tür insanların yöneticilik yapması çok zordur. O yüzden de Türkiye'de iyi üniversiteleri bitirenler yöneticiliğe pek soyunamıyorlar. Soyunanlarda başarılı olamıyorlar. Türkiye'nin dünyaca tanınmış bir şirketin olmaması buna bir örnek sayılabilir.

Ezberin iyi değil ve Türkiye’de okuyamadın. Yapacağın şey gençlik kollarına girmektir. Aklın sayesinde buralarda sivrilip, önemli yerlere gelebilirsin. Ama çok daha başarılı olmak için akıl tek başına yetmez maalesef. Bu aklı işleyip, iyice parlatmak gerekir. Bunun yolu da eğitimdir. Eğitim olmayınca akıl bir çok zaman doğru ile yanlış arasındaki farkı tam olarak anlayamayabilir. İyi ya da kötü bir yolu tercih etmek zorunda kalır. Sorumluluğunu aldığı insanları da ya ışığa götürür ya da karanlığa. İşte Türkiye örneği. Türkiye de şu zamanlarda tam bu süreçten geçiyor.

Tabi bir şeyi daha unutmamak gerekiyor. Türkiye'de gelir düşük, üniversitelere girmek ve okumak çok pahalı. Nice akıllı gençler bu yüzden sokaklara mahkûm kalıyor, geri plana itiliyor, faydalanamıyor.

Burada herkese sormak gerekiyor. “Türkiye'de kaçımız okulunu en üst derecede bitirmiş insanlara güvenebiliriz ve ülkemizi emanet edebiliriz?” Hiç kimsenin güvenebileceğini sanmıyorum. Ve hemen hemen hiç kimse de “Bu kişi çok iyi bir öğrenim görmüş, oyumu ona atayım” dememiştir. Bizim tek baktığımız şey dürüstlük. Dürüstlük içinde çok iyi bir eğitim lazımdır

Kısaca Türkiye’de lider vasfında insan yetiştirilmiyor. Parası olanların parası sömürülüyor, ezberi iyi olanlara da ezberle al diplomayı git, ne yaparsan yap deniyor. Bizler için insan istediği kadar üniversite bitirsin ve istediği kadar başarılı olsun hiçbir önemi yok. Çünkü başarılı olamayacaklarını çok iyi biliyoruz.

Türkiye’de siyasetin işleyişi ile ilgili de birçok sorun var. Onlara burada girmek istemiyorum. Sonuç olarak önce eğitim sistemimizi değiştireceğiz, sonra akıllı insanlara eğitim için şans tanıyacağız, sonra bu insanların ülkesine çalışmasını ve faydalı olmasını bekleyeceğiz…

Murat BB

16 Eylül 2010 Perşembe

90'da oldu, buna da şükür...

Beşiktaş bugün kendi sahasında CSKA Sofya ile karşılaştı. Rakibine nazaran kat kat daha güçlüydü Beşiktaş. Rakibide bunun farkındaydı ki, oyunu tamamen kendi sahasında kabullendi. İlk 45 dakikada maç tek kale oynandı. Ancak buna rağmen Beşiktaş'ın 1 tane bile kaleyi bulan topu olmadı.

Topun en çok oynandığı yer rakip ceza sahası önüydü. Devamlı göbekten kaleye gitmek isteyen Beşiktaş sadece 1 kere başarılı oldu ve onda da Holosko topu üstten dışarıya attı. Oysa ki kapanan takımlara karşı en etkili yöntem kanatlardan atak yapmaktır. Defans oyuncularını da en etkisiz bırakan yöntem budur. Ama Beşiktaş kanatları fazla kullanmadı.

Beşiktaş'ın etkisizliğinin bir diğer sebebi de tarlaya dönmüş saha idi. Yer yer çimsiz alanlar vardı. Bu da paslaşmaları olumsuz etkiliyordu. Bu tür sahalar güçlü takımlar için dezavantaj, top oynamaktan çok defans yapanlar için ise çok büyük avantajlar sağlar. Oysaki bu çimleri bir futbolcusunun aylığı kadar bir ücretle yenilemek mümkünken yapılmamış, Beşiktaş'ın ayaklarına adeta pranga vurulmuştu.

2. yarı bir çok şey değişmişti. Başta yıldız oyuncu Quaresma oyuna girdi. Rakip kale önü çimleri ilk yarıdakine göre çok daha iyi idi. Ataklar sıklaştı, pozisyonlar geldi ama yine kalenin uzağında kaldı toplar.

Beşiktaş'ın bugünkü oyunu Türkiye'de oynanan oyun sisteminin bir aynasıydı. Defans dörtlüsü çok geride kalıyordu. Dönen topları rakip alınca boğucu baskı kurulamıyordu. Oysaki rakibin ileride kalan tek oyuncuyu 2 kişi marke etse, diğer oyuncular dönen topları karşılamak için ceza alanına yaklaşsa maç çok daha farklı olurdu.

Taraftara gelecek olursak dünyanın sayılı taraftarları arasında denmesi çok doğru. Maç boyunca hiç susmadılar. Dün Arsenal'in Braga'yı 6 golle yendiği maçı izledim. Bir ara sipiker sustu, ses bağlantısı koptu sandım. Spiker konuşmaya başlayınca durumu farkettim. Arsenalli taraftarlar tamamen susmuş, sadece güzel hareketlerde alkışlamaya başlamıştı. Kendimi tenis maçı izliyormuş gibi hissettim. Ama Beşiktaş taraftarına bir eleştirim var. Takımı ateşleyecek yeni tezaruhatlarda bulurlarsa çok daha iyi olacaktır her şey.

Kolay maç 90'da kazanılabildi ama beklenilen farklı galibiyetin deplasmanda geleceğine inanıyorum.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Geciken adalet kesinlikle suçludur

İnsan ülkesini ne kadar sevsede bazı zamanlar utandırdığı zamanlar olur. Bir şeyler yapmak istersin ama karşındaki güç o kadar büyük ve kanunsuzdur ki hiç bir şey yapamazsın, susarsın.

Bu durumlardan biri Mardin'de yaşanıyor. Türkiye'nin başını çok ağrıtan, bir çok insanı gözyaşına boğan, hayatların sona erdiği bölgelerinden biri...

Olay ise şu:


2003 yılında Mardin’de 12 yaşındaki kız çocuğuna ettikleri tecavüz iddiasıyla yargılanan, bazıları kamu görevlisi 27 kişi hakkındaki davanın 34’üncü duruşmasında da karar çıkmadı

Mardin’de 2003 yılında 12 yaşındaki N.Ç.’nin, aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu 27 kişinin tecavüzüne uğramasıyla ilgili davanın 34’üncü duruşması dün yapıldı. Mahkeme heyeti, sanık avukatlarının esas hakkında savunmalarını hazırlanma isteği üzerine duruşmayı karar için 28 Eylül’e erteledi.

Kamuoyunda “N.Ç. davası” olarak bilinen dava, 7 yıldır sürüyor. 12 yaşındaki N.Ç.’ye tecavüz etmekle suçlanan ve aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu 27 sanıklı davanın bugün 34’üncü duruşması yapıldı.

Savunma için süre istendi!
Mardin 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, geçen süre içinde hepsi tutuksuz yargılanmaya başlanan sanıklar katılmazken, avukatları katıldı. Duruşmaya, bugün 19 yaşında olan N.Ç. ve avukatları katılmadı. Davada mütalaasını veren savcı, “zorla alıkoyma” fiilinin oluşmadığını savundu. Bu suçun düşürülmesini isteyen savcı, 1 sanık hakkında beraat, 26 sanık hakkında ise 5 ile 15 yıl arasında hapis cezası istedi. Mahkeme heyeti, karar öncesi, sanık avukatlarının esas hakkında savunmalarını hazırlanma isteği üzerine, duruşmayı 28 Eylül 2010 tarihine erteledi.

28 Eylül’deki 35’inci duruşmadra kararın çıkması bekleniyor.

NEZİR GÜNEŞ Mardin DHA


Tüm yaşananlar çok çok vahim bir durum. Önce insanlık için, sonra da Türkiye için çok çok vahim bir durum. Bu durumu şıklar altında tek tek ele alalım.

1) 12 yaşındaki küçük bir kız kendi rızasıyla ilişkiye giremez. Onunla ilişkiye kim girmiş olursa olsun suçludur, serbest bırakılamaz. 7 yıldır bu suçlu veya suçlular bulunamadı.

2) Türk halkının adalete olan güveni azdı, bu olaydan sonra iyice azaldı.

3) "Acaba yargılamada görevli olan kişilerde bu olayın bir parçası mı?" diye düşünmeye başlanıldı.

4) EVET HAYIR için tüm Türkiye dolaşıldı ama bu olaya hiç kimse tarafından değinilmedi ya da değinilemedi. Oy istedikleri kişileri kendi kaderlerine bıraktılar.

5) Zaten kanayan bir bölge. Yıllardır bitiremediğimiz PKK'lıların cirit attığı bölgeler. İnsanları türlü türlü şeylerle kandırıp, kendi saflarına katıyorlar ve bunu engelleyemiyoruz. Bu olay PKK'nın emellerine tuz biber ekiyor. Türkiye Cumhuriyet'ini kötülemek için, Türkiye Cumhuriyeti'ne düşman yaratmak için ellerine koz veriliyor.

6) İnsan Hakları Mahkemesi bizden bıktı. Ya bu olayda buraya taşınırsa, dünyanın kürt olayına bakış açısında değişim olamaz mı? Burada bir Kürt devleti kurma isteğine 'acaba haklılar mı?' diye düşünmelerine yol açmaz mı?

Bu olayda suç var mı yok mu ve varsa kimler suçlu bizler bilemeyiz ama tek söyleyebileceğimiz şey:

GECİKEN ADALET KESİNLİKLE SUÇLUDUR...

14 Eylül 2010 Salı

Bursaspor ve Şampiyonlar Ligi

Bursaspor ilk Şampiyonlar Ligi maçında kendi sahasında hezimete uğradı. Eksik kadroyla sahaya çıkan Valencia 4-0 galip gelerek kendilerinin dahi beklemediği bir sonuç aldılar.

Maçtan önce Bursaspor'a az şans veriliyordu. Kendi sahasında oynuyordu ve formdada sayılırdı ama Şampiyonlar Ligi'inde ilk defa mücadele ediyordu. Burası en iyilerin ligi. Tüm dünyanın gözü bu maçlarda. Tüm Bursaspor'lu oyuncular bunun bilincindeydi. Bu da Türkiye liglerine nazaran çok çok fazla baskı oluşturuyordu. Hele sahaya çıktığında o Şampiyonlar Ligi müziğini duymak stresi fazlasıyla arttırdı Bursaspor için.

Böyle bir maçta en iyi taktik, defansa dönük taktiktir. İlk önce gol yememeye çalışmak lazım. Defansı ve özellikle orta sahayı kalabalık tutup, oynamaktan çok oynatmamak üzerine plan yapmak en mantıklısı. Çünkü yoğun baskı altında en iyi yapabileceğin şey budur. Bursaspor'da böyle yaptı.

Valencia eksik kadroyla sahaya çıksada hiç bir Türk takımına benzemiyordu. Onlarda en az Bursaspor kadar hızlı oynayabiliyor ve yoğun baskıyla Bursaspor'u hatalara zorluyordu. Bunda da oldukça başarılı oldu. Uzaktan mükemmel bir şut Bursaspor'un morallerini alt üst etti. Çok güzel bir frikik sonucu direkten dönen top sonrası 2. gol geldi. Bu da artık Bursasporun umutlarını iyice tüketti. Ertuğrul Hoca bir hamle yapıp ofansif oyuncuları oyuna sürdü. Pozisyonlarda geldi ama gol çıkmadı. Defans hataları 3 ve 4. golleri getirdi.

Valencia'nın kalesine fazla iş düşmedi. Ama kaleci yine de güven veriyordu. Defans çok dikkatliydi. Pozisyon almayı çok iyi biliyorlardı. Tehlike doğmadan genellikle erittiler. Orta saha ve forvetleri hızlıydı. Hem duran toplarda iyiydiler, hem de şutlarda.

Bursaspor'da Volkan sanki pazar yapmak istercesine oynadı. Çok çalıştı, çabaladı ama 1. viteste daha çıkan bisikletçi gibi devamlı pedal çevirdi ve sadece azıcık mesafe ilerleyebildi. Bu da dağa tırmanmak için yeterli olmadı. Bazen arkadaşlarına pas vermek yerine çalım atmayı denedi ama Türkiye'deki kadar rahat hareket ettirmediler. Sercan sonradan girdi ama hem yanlız kaldı, hem de markajdan kolay kolay kurtulamadı.

Mağlubiyet bekleniyordu ama bu kadar farkı hiç kimse düşünemezdi. Yine de aldırmamak gerekir. Bu başlangıçtı. Bursaspor'da bu mağlubiyeti fazla takmaz ve çabuk unutur. Eğer etkisi devam ederse ligte hiç istenmedik sonuçlar alınmaya başlanır. Bu bir delik gibi gitgide büyür ve Bursaspor'un bu güzel günleri mazide kalabilir, takımda temelli dağılabilir. Bir psikologla da uzun mesailer şart.

Canım Türkiyem (Trafikte Allah'a emanetiz)

YORUMSUZ

Haftasonu Başakşehir’de yağış yüzünden kayganlaşan yolda, minibüs ile su tankerinin çarpışması sonucu 13 kişinin öldüğü kazada kırmızı ışıkta geçen minibüs sürücüsünün son 9 ayda 39 tane ceza aldığı öğrenildi.

39 cezanın 6’sı tehlikeli sürüşten, 15’i yanlış parktan, 18’i ise fazla yolcu almaktan. Kaza günü Barın’ın kullandığı minibüste yine fazla yolcu vardı.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Sabah felaketle uyanmaya sevinmek

Felakete sevinmek çok garip bir terim. Felakete nasıl sevinilebilir ki? Psikopat biri olmak gerekir bunun için. Ama kesinlikle buna katılmıyorum.

Çok kullandığım bir cümle vardır: "Dünyada her yaşanmışlığın mutlaka bir iyi ve bir de kötü tarafı vardır." Felaket içinde dahi iyi bir taraf çıkarmak mümkün. İşte yaşanmış bir hikâye:

Günde 7 saat uyumak benim için bir alışkanlık haline gelmiştir yıllardır. Az uyursam günün sonunu zor getiririm, çok uyursam günü bitkin geçiririm. Geç yatmayı seven biriyim. Son 2 gündür daha da geç yatar olmuş ve üstüne de hiç uyanmadığım sabahın erken saatlerinde kalkıp, bir daha uyuyamaz olmuştum. Yaklaşık 5 saatlik uykuyla 2 gün geçirdim.

2 günün toplam 4 saatlik eksik uykunun vücuttaki yorgunluğu kendini çarşamba gecesi hissettirdi. Ama ben yine de uyumamaya direndim ve sonunda televizyon ve bilgisayar karşısında normal yatma saatine kadar uyumadan gelebildim. Güzel bir uyku çekeceğimi düşünüyordum. Artık normal hayatıma bugün dönebilecektim.

Başımı yastığa koyar koymaz, sıcağa bile aldırmadan uyumuşum. Ta ki anlık bir sarsıntıyla uyanana kadar. Hemen ardından cam sesleri geldi, hem de 2 apartman kadar yakınlarımızdan. Deprem olmuş ve bazı binalar yıkıldı sandım. Acaba bir deprem daha olur mu diye düşündüm ve hemen yataktan fırladım. Herkes balkona çıkmış ve ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Tüp patladığını söylediler. O zaman ne deprem olduğunu ne de yıkılan bina olmadığını anladım. Hemen 20m. kadar yakınımızdaki binalara kadar bazı yerlerin camları kırılmıştı. İşin ilginç tarafı herkes patlamaya uyanmıştı ama ben patlama sesine dair hiç bir şey hatırlamıyordum. Duymadım demiyorum çünkü herkes duymuşken benim duymamam imkânsızdı. Beynim bana bir oyun oynamıştı.

Ben evden çıkmadım. Kısa bir süre sonra olay yerine giden komşuların anlattıklarından durumu anladım. Bir arabanın alarmı durmadan çalıyordu. O sustu. Bu sefer bir bayanın çığlıkları duyulmaya başladı. Yapmam gereken işlerim vardı ama öğleden sonrası için düşünüyordum. Erkene aldım ve evden çıktım.

Dışarısı ana baba günüydü. Evimizin hemen 20 m. sonrasından itibaren yollar cam parçalarıyla dolmuştu. Yürürken bastığım yerlere dikkat ederek olay yerine gittim. Saat 08.10 civarına döneyim ve olayı baştan anlatmaya başlayayım.

3 katlı bir binanın zemin katındaki dükkân depo olarak kullanılıyordu. Bu depo, bir sandwichçiye aitti. Depoda tuttuğu 1 m. boylarındaki tüplerden biri patlıyor. Yakınlardaki bir apartmanda temizlik yaptığı ve çöp dökmek için dışarı çıktığı söylenen bir bayan patlamanın etkisiyle fırlayan cam parçalarının hedefi oluyor. Bayan tamamen kanlar içinde yere yığılıyor. 3 katlı binanın merdivenleri yıkılıyor, kolonları eğiliyor ve özellikle ön cephesi tamamen tuz buz oluyor. Şans eseri burada oturan hiç kimseye bir şey olmuyor. Deponun karşısındaki 2 araçtan biri LPG’li olanı yanmaya başlıyor. Hemen yakınında yatan kadın çevreden yetişenler tarafından araçtan uzaklaştırılıyor. Karşısındaki binanın camlarının kırılması dışında balkon demiri de eğilmişti. Sol çaprazında köşedeki peynircinin camı dışında çerçeveleri ve dükkân içerisindeki malları büyük hasara uğramıştı. İçinde dükkân sahibi ve müşterileri de savrulan parçalar yüzünden yaralanmıştı.

Olay yerine çok sayıda ambulans, itfaiye ve polis geliyor. İtfaiye yanan aracı hemen söndürüyor, ambulans 4 yaralıyı hastanelere taşıyor. Yaralılardan sadece kadının hayati tehlikesi bulunmaktaydı.

Patlama, camlar ne kadar kalın ve ne kadar büyük olursa olsun çoğunu kırmıştı. Yakın yerlerin çerçeveleri de hasar gömüşken, 50 m. uzaktaki yerlerin de camlarını kırmıştı. Bundan nasibini Goncalar Camii’nin camları da alıyor. Ama çok kısa sürede camları tamir edilmeye başlanıyor.

İtfaiye patlamanın olduğu binayı incelerken, Olay Yeri İnceleme ekipleri zarar gören her yerin fotoğraflarını çekiyordu. Polis olay yerini kordon altına almış ve hiç kimseyi yaklaştırmıyordu. Sivil polisler de olayı biraz uzaktan takip ediyorlardı. Yaralananlar hastaneye götürülmüştü ama birkaç sağlıkçı hala olay yerinde bekliyordu. Belediye çalışanları da gelmişti. Yollara saçılan cam parçalarını temizliyorlardı. Özellikle Türkiye’de kolay kolay bir şeyi beğenmem ama bu konuda tam bir uyum içerisinde profesyonelce çalıştıklarını gördüm.

Çevre halkı da kara kara düşünüyordu: “Bu kadar zarar acaba nasıl karşılanır?” ve “Bundan sonra biz ne yapacağız?”

Gelelim yazının baslığına. Şans bunun neresinde?

Şans bunun sabah erken saatlerde olmasında. 08.10'da birçok dükkân kapalı ve insanlar uykuda. Burası gündüzleri çok kalabalık bir yer. Eğer 1-2 saat sonra olsaydı, onlarca kişi hayatını kaybedebilirdi. Bu sebepten sabah patlamaya uyanmak asıl felaketi engelledi. Buna da yatıp kalkıp şükretmek gerekir.

Öğlene doğru herkesin camları takılmaya başladı. Patlamanın olduğu bina için kamyon getirildi. Eşyalar taşınacak ve bu bina yıkılacaktı. Köşedeki peynircinin de hemen hemen bütün malları zarar görmüştü. Bunları da çöp koyternırına attılar. Buranında onarımına hemen başlanacaktı.

Öğleden sonra olmasına rağmen kalabalık bitmemişti. Birileri gidiyor birileri geliyordu. Herkes yapılan çalışmaları ve olayın şiddetini seyrediyordu.

İşte olay yerinden fotoğraflar:
http://www.haberekspres.com.tr/foto-galeri-p1-aid,42.html#galeri

http://www.dha.com.tr/p.php?g=5976&p=36#gallerytop

http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=39242&rid=2

Bu da videosu:
http://webtv.hurriyet.com.tr/2/9245/0/1/izmir-deki-patlama-ani-kamerada.aspx

http://video.haberturk.com/video/index/43585

Mala fazlasıyla zarar geldi, bir binanın dolmak üzere olan ömrünü tamamen bitirdi. Camlar dışında peynir, zeytin gibi kilolarca gıda maddesini heba etti, ama inşallah cana mal olmaz ve o kadın hayatta kalmayı başarır.

Hem kaza hem bela uzak dursun bizlerden…

SONRASI: Zabıtanın 24 saat nöbetiyle bir kaç gün içinde bina tamamen yıkıldı. Yerine yeni bir bina yapılacakmış.

Murat BB

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Galatasaray'ın 2010 sezon başı analizi

Galatasaray için herkes aynı şeyleri söylüyor: Bir ön libero ve forvet alınmalı. Ben de şimdiye kadar oynanan maçları ve futbolcuların yeteneklerini de hesaba katarak ileriden geriye doğru bir değerlendirmesini yapayım dedim. İşte o değerlendirmem:

FORVET
Ben de forvet konusuna katılıyorum. Yeni transfer Mehmet Batdal’ın daha çok eksiği var. O 1 sene kadar yedek kulübesinde oturmalı ve arada sırada görev verilerek takıma alıştırılmalı. Son Belgrad maçında da çok pozisyona girdi ama son vuruşları pek Başarlı olamadı. Rakip çok güçsüzdü. Dişe diş maçlarda kolay kolay böyle pozisyon bulamaz. Baros tek kalıyor. O da devamlı sakatlanmaya başladı. Tam bir soru işareti yaratıyor kafalarda.

ORTA SAHA
Sol tarafında oynayabilecek 2 tane oyuncusu var. Bunlar Kewell ve Arda. Arda sol tarafta parladı. Geçen sene göbeğe çekildi ve boş bir sezon geçirdi. Bu sene de sol tarafta denenmeli. Belgrad maçında sonradan orta sahanın ortasına Kewell alındı. Oynadığı sürece çok beğendim. Oyunu çok iyi okuyabiliyor ve çok güzel pasları da var. 2. gol öncesi sağ taraftaki kişiye attığı pas çok güzeldi. Arda’yla değişmeli dahi oynatılabilir.

Orta sahada beğendiğim 2 isim daha var. Bunlardan biri Elano. Geçen sene devamlı açık veren defansa yardım etmekten gerçek yeteneklerini gösteremedi. Birkaç maçta ileriye çıkabildiği nadir zamanlarda çok güzel pasları oldu. Ondan hem ofansif hem de defansif yönden yararlanabilirsin.

2. isim ise bana göre Arda’dan bile daha büyük bir yetenek olacak Emre Çolak. Ne kadar çok şans verilirse, o kadar çok gelişir. Bu haliyle bile topa çok hakim. Mücadeleden de asla kaçmıyor. Elinden tutulsun, Barcelona’daki Xabi ve İniesta’dan bile daha iyi bir oyuncu olur. İlk 11’de maçlara çıkartılırsa 2 ay içinde GS’nin değişmez oyuncusu konumuna gelir.

DEFANSİF ORTA SAHA
Mustafa Sarp ve Lorik Cana var. Cana’yı pek izleyemesekte Mustafa Sarp gibi o bölgenin hakkını fazlasıyla verecektir.

DEFANS
İşte Cimbom’un en zayıf yeri. Buraya kimler kimler geldi ama bir türlü düzelmedi. Herkes iyi bir ön liberodan bahsediyor ama ben buna fazla katılmıyorum. Asıl alınması gereken kişi eski Popescu özelliklerinde biri. Takımı yönlendirebilecek kapasitede bir oyuncu gerekir. Hücumlarda takımı ileriye çıkartacak, defansta adam paylaşımını sağlayacak yeteneklerde olmalı. Çok iyi de kademelere girebilmeli.

Belgrad maçını hatırlayacak olursak ilk golde topun dışarıdaki adama pas verileceğini hiç kimse akıl edemedi. Oysa başka takımlar bunu düşünüp bazen top oyuna girmeden şutu çekecek adamın üzerine doğru koşuyorlar. Sonrasında da sarı kart yiyorlar. Amaç şutu çekmeden önünü kapatabilmek. GS’de ise bırak bunu yapmayı, düşünebilen bile çıkmadı. Akıllı bir defans oyuncusu kendi adamından birine bu görevi verirdi.

2. gol ise tam bir komedi. Korner atılıyor ve 6 pas çizgisi üzerinden bomboş pozisyonda rakip, hayatının en rahat gollerinden birini atıyor. Yine akıllı bir kişi olsa adam paylaşımını kontrol eder, boştaki adamı tutmalarını sağlardı.

KALE
Yılların yedeği Aykut hiçbir zaman güven vermedi. Artık onun yedeklik zamanı geçti. İlk 11’de oynayabileceği başka takımlara gönderilmesi hem onun için hem de GS için daha iyi olur. Taffarel gibi kendini kanıtlamış bir kaleci alınmalı. Yaşı da 30’u geçmiş olmalı. Bunun bir çok faydası olacaktır. Bunlar:

1- Maliyeti çok daha ucuzdur.
2- Elinde genç kaleci Ufuk var. Bu kaleciden birçok şey öğrenecektir.
3- Birkaç yıl futbol oynayıp, bırakacaktır. O zaman da Ufuk tam pişmiş olacaktır. Kaleyi devralacaktır.


EK
Yazıma eleştiri aldım. Öncelikle kendilerine teşekkür ediyorum. Benim için çok faydalı oluyor. GS'ye ön libero lazım diye yazan basın ve konuşan kişiler aslında Popescu'yu kastetmişler. Herkes benimle aynı fikirdeymiş. O zaman ben de bir yanlışı düzeltmek zorunda hissettim kendimi. Popescu en geride oynardı. Ön libero defansın önünde oynar Bakınız: http://www.uzmantv.com/on-liberonun-takimdaki-gorevi-nedir Oysaki Popescu bir liberodur...

20 Temmuz 2010 Salı

PKK'nın amacı nedir?

PKK'nın yaptıklarının altında hep Kürtler çıkmıştır. Ama bu sadece sözde böyledir. Oysa PKK'nın var oluş amacı çok çok farklı.

İlk önce bir değerlendirme yapayım. Kürtler bir çok ülkede yaşamaktadırlar. Bunlardan en önemlisi İran, Suriye ve Irak'tır. En büyük emelleri bir Kürt Devleti kurmaktır. İşin ilginç tarafı bu 3 ülkede değilde sadece Türkiye'de. Oysa bu kişiler Türkiye ile uğraşmayı kesipte Irak'a yönelseler, gelecekte belki bir şeyler yapabilirler. Türkiye ile uğraşmaya devam ettikleri sürece de Türkiye Irak'taki Kürtleri yakın takibe alacak, bir devletleşme olmasına asla izin vermeyecektir.

Türkiye topraklarından da olaya bakarsak, bu PKK yüzünden güneydoğu her zaman geri kaldı. Şu anda ne düzgün bir eğitim yapılabiliyor, ne de yaşayanları için bir iş olanağı sağlanabiliyor. Her zaman bir çatışma altında yaşıyorlar. Üstelikte böyle hiç bir yere varılamayacağı da apaçık ortada. Olan kendilerine oluyor, batı hızla gelişirken.

Türkiye'ye karşı yapılan bu saldırılar Kürtler için her zaman zararlı oldu, dahada zararlı olacaktır. Amaçlarına asla ulaşamayacaklardır. İşte kafalardaki soru işareti de burada oluşuyor. Peki ama bu PKK'nın amacı ne?

PKK'nın hiç bir amacı yok. PKK sadece maşa olarak kullanılıyor. Asla başarılı olamayacakları bir savaşa beyinleri yıkanarak sokulmuş insanlar. Onlar sadece kullanılıyor. Ellerine silah veriliyor, gidin savaşın deniyor. Bu da 2. bir soruyu getiriyor akıllara. Peki ama kim ve neden bu kişiler PKK'yı kullanıyor?

Dünyada en önemli şey para. Para güç demek. Parayı kazanmak için bir çok insanın yapamayacağı şey yok. Güneydoğu'da çok büyük miktarda paralar dönüyor. Çünkü oralar kaçakçılığın merkezi. Avrupa'ya giden uyuşturucu ve insan kaçakçılığının merkezi konumunda. Sadece bu da değil. Akla gelen ne varsa hep buralardan kaçırılıyor. Bunlardan biri de yakıt. Bu sayede binlerce insan yüksek miktarlarda paralar kazanıyor. Yılda dönen para miktarı milyar dolarlarla ifade edilebilir ancak.

Kaçakçılık ve PKK bağlantısı burada devreye giriyor. Eğer buralarda karışıklık yaratabilirsen, kaçakçılığı da o kadar rahat yaparsın. PKK'da burada rol alıyor. Sözde Kürtler için savaşıyorlar ama hiç biri de kullanıldıklarını bilmiyorlar.

Parayla satın alamayacağın insan yok derler. Acaba oralarda ne kadar insan parayla satın alındı. Böyle olmasa koca Türkiye PKK'ya karşı aciz kalmazdı diye düşünüyorum.

Kafamızı topraktan çıkaralım, PKK'yı bitirmek için PKK ile değil kaçakçılıkla savaşalım. 5 sene içinde sorunsuz bir ülke yaratalım. Ama ilk önce içimizdeki paragözleri ayıklayalım.

29 Haziran 2010 Salı

Terörü bitirmenin yolları

Türkiye'deki terör son zamanlarda yine artış gösterdi. Basında bir çok kişi yorumlarda bulundu. Bu konuda benim de değişik düşüncelerim vardı. Basındaki yorumlardan da faydalanıp maddeler halinde yazmaya çalışacağım.

1- Teröristlerle baş edebilmek için en az onlar kadar savaşmayı bilen insanlar gereklidir. Bunun için de özel bir birlik şart. Bu birlik ne polise ne de askere bağlı olmamalı. Doğrudan İçişleri Bakanlığı'na bağlanmalıdır. 2. bir ordu olarakta görülmemelidir. Orduyla ortak hareket etmeli ve işbirliği içinde bulunmalıdır.

2- Oluşturulacak birlik yaklaşık 200 kişiden oluşmalı. Bu kişiler çok özel yetenekli insanlar olmalı.

3- Birlik değişik bölümlere ayrılmalı. Bu bölümler sıcak çatışmaya girecekler, haber alma, bilgisayar ve ağları, helikopter ve insansız hava taşıtını idare etme vb. dir.

4- Her bölüm kendi uzmanlık alanında eğitilmelidir.

DEVAM EDECEK...

18 Haziran 2010 Cuma

Canım Türkiyem

İşte Türk adaleti

27 Eylül 2010

______________________________________________________________________

Kırmızı ışık ne demek?
* Şehremini Lisesi öğrencisi olan ve 11 Haziran Cuma günü sabahı
okulun önünde yayalara yeşil ışık yandığı sırada yolun karşısına geçmeye çalışırken, bir Özel Halk Otobüsü'nün çarptığı Sevi Karahan, öğrencilerin karne aldığı bu sabah vefat etti.

18 Haziran 2010

2 Haziran 2010 Çarşamba

'Ben bunları biliyordum'

İnternette bir yazı gözüme çarptı. Bu yazıyı beğenen çok olmuş. Ben de dayanamadım bir şeyler yazma gereği duydum. Yazıdan alıntılar yaparak kendi yorumlarımı ekleyeceğim…

YAZI: 7 yaşındaki çocuk bile bunun olacağını tahmin ediyordu. Dış siyasetin konusu olan bir mevzuda silahsız insanları İsrail namlularının ucuna attınız. Kuzuyu kurda yedirdiniz. Hani nerede doruk diplomasiniz, hani nerede stratejik öngörünüz?

YORUM: Böyle bir saldırıyı tüm dünya beklemiyordu. Hatta İsrailliler bile böyle olacağını tahmin edemiyordu. Bu yazıda 7 yaşındaki çocuğun bile tahmin ediyor denmesi düşünülerek değil hiddetle söylenmiştir. Eğer bu kişide üstün yetenek varsa iş işten geçtikten sonra değil olmadan söyleyecekti. İş işten geçtikten sonra söylemek hoş bir davranış değildir.

Bu kişileri oraya devlet göndermedi. Bu uluslararası bir grup. Tüm dünya insanı birleşti ve gitmeye karar verdi. Türklerin özelliği ise sayılarının daha fazla olmasıydı sadece. İsrail tüm ülkelere izin vermemesi yönünde görüşmeler yaptı. Bazı ülkeler izin vermemeye yeltendi ama hiçbir hakkı yoktu. Hiçbir ülke silahlı saldırıyı da hesaba katmamıştı; olamazdı da.

YAZI: İsrail’in günlerdir yaptığı açıklamaları kulak arkası edip, korumasız gemilerdeki insanları İsrail’in savaş gücü üzerine sevk eden ve bunu da sivil toplum kuruluşlarının dokunulmazlığı diye yorumlayıp öyle sanan saflar, ölümlerin müsebbipleri ve suçlularıdır.

YORUM: Biraz öncede yazdığım gibi, madem biliyordunuz, önceden bu yazıyı yazıp, herkesi uyaracaktınız. Olaylar olduktan sonra ben biliyordum desende size nasıl inanabilirler ki?

YAZI: Gemi Türk bayrağı ve bandırası taşıdığı için de, saldırılar düşük akıllıların sandığı gibi sivil toplum kuruluşuna falan değil, dış politikada ki fiyasko ve beceriksizlikleri sebebiyle doğrudan Türk hükümetine karşı yapılmış ve yürütülmüştür.

YORUM: Bunun açıklaması bir önceki yazımın içerisinde var.

YAZI: Daha iki gün önce Hatay bölgesinde bir özel maden ocağına yapılan baskın, Pkk nın Antakya bölgesinde Amanos dağlarında üstlendiğinin açık göstergesiydi. Bu gece İskenderun’da ki deniz birliğine yapılan saldırı da aynı grubun bir unsuruydu. Üstelik haftalardır o birlik civarında keşifler yaptıkları da hedefin yer ve zaman olarak seçilmesinden anlaşılmaktadır. Pkk şehir içinde araçla ve ağır silahlarla cirit atıyor ve bu ülkede bir zat da İçişleri Bakanı diye ortalarda dolaşıyor.

YORUM: Bunu İçişleri Bakanı değil askeriye anlayacak ve önlemini alacak. Yani burada İçişleri Bakanına laf atılmak istenmiş ama bu taş askeriyeye gelmiş. Madem bunu anladınız, sizde çok başarılı bir askerdiniz ve çevrenizde geniştir. Neden gerekli yerleri uyarmadınız. Sizi mutlaka dikkate alacaklarına eminim. Sesinizi zamanında çıkarmadınız ve askerlerin ölümüne seyirci kaldınız.

Sadece alıntı yaptım, tamamını yazmadım. Merak eden olursa internette aratıp bulabilir. Bu yazıyı yazan kişi Türkiye’nin en başarılı askerlerinden biri. Birçok madalyası var. Üstün hizmet madalyası da almış. Asker olarak çok iyi ama bu yazıdan politik tarafının çok kötü olduğunu çıkarıyoruz. Askerlikte olduğu gibi politikada da eğitime ve tecrübeye ihtiyaç vardır.

Yazı da partiyi ön plana çıkarma çabası var. Her ne kadar eleştirsem de katıldığım noktalarda var. Bunları yazmaya gerek görmedim.

Murat BB

1 Haziran 2010 Salı

Bu karga yakında sizin de gözünüzü oyacak

Geçmişte çok acılar çeken Yahudiler, özelliklede ABD’nin desteğiyle devlet olabildiler. Ama devletini tam da Arapların, Müslümanların ortasına kurdu. Orada devlet olarak kalması neredeyse imkânsızdı ama başta ABD olmak üzere birçok ülke koruyup kolladı. İsrailliler de boş durmadı. Bu ülkelere yerleşip, birbirine destek olup, maddi olarak çok geliştirdiler kendileri. Ülkelerinden uzak olmalarına rağmen desteklerini de asla esirgemediler.

Sadece maddi yönle kalmadı bu destek. O ülkelerde çok iyi örgütlenip, ülke yönetiminde de söz sahibi olmaya başlamışlardı. Bu yetkileri kendi lehlerine kullanıp, ülkelerini daha da güçlendirdiler. ABD Arap ülkelerine sattığı her silahtan sonra dengeler bozulmasın diyerek İsrail'e hiçbir ücret alınmadan silahlar hibe etti. Ve herkes biliyor ki ABD hiçbir çıkarı olmadan böyle bir şey yapmaz. Bu hibe olayı tabii ki ülke yönetimindeki Yahudilerin başarısıydı.

Kendilerine tüm dünyanın ilgi göstermesinden aldığı güçle Filistin'i yaktı yıktı. Ufaklık yaramazlık yapmaya başlamıştı. 1 hayvanın hayatı için bile seferber olan ülkeler, Filistin'de yaşananlara hiç mi hiç aldırmadılar. Ufaklık artık kendini daha da büyük hissetmeye başlamıştı. Gözünü daha büyük işlere dikmişti. Sesini çıkarabileceklere de bir gözdağı vermeliydi. "Biz çok güçlüyüz ve hiç kimseden korkmuyoruz" demeliydiler. Bu yöntem BM binasının bombalanmasıydı. Tüm dünyaya mesajlarını yollamışlardı: "İşimize karışmayın."

Sonrasında yetkililer yanlışlıkla olduğunu söyleyip, özür dilediler? Yine sesini çıkaran olmamıştı. Bundan sonra İsrail ne yaparsa yapsın kimsenin sesini çıkaramayacağını düşünmeye başlamıştı.

Hiç ummadığı bir şey oldu. İnsani Yardım Örgütleri duyarsız kalmadılar. Hiç bir ülke ses çıkarmazsa biz çıkartırız dediler. Ülkelerle tek tek konuşan İsrail, kendi isteklerini kabul ettirdi o ülkeler vatandaşlarına mani olamadılar.Ne olursa olsun yardım edeceklerdi. Onlara da ayrı bir ders vermek gerekiyordu. O dersi de verdiler ve onlarca sivil insanı öldürdüler.

Geçmişte yaptıkları tüm olumsuzluklara ses çıkarmayıp hala da saçını okşadıkları İsrail, tamamen yoldan çıktı, tam bir canavar ülke konumuna geldi. Karga hala besleniyor ve bu karga bir gün gelecek o besleyenlerin gözünü oyacaktır.

28 Mayıs 2010 Cuma

Eurovision 2010

Eurovision 2010 startı verildi. Dün 2. eleme günüydü ve Manga ile finale kaldık. Bu habere internet sitelerinde yapılan yorumları okudum ve bu konuda ben de yorumlara birkaç yorum yapmadan duramadım.

Önce kendi yorumumla başlayayım: Bir çok kişi gibi benimde dikkatimi çeken şu robot oldu. Şarkının sonlarına doğru aman şarkı bitmeden kıyafetimi çıkarayım telaşı içinde olduğu hiç kimsenin dikkatinden kaçmadı. Hata olsa gerek, güzel bir bayan olduğunu göstermek için kaskını en son çıkaracaktı ama düşüverdi. Sürpriz de bozulmuş oldu. Sonra tekrar taktı ama artık havası kalmamıştı. Finalde bakalım strateji ne olacak. Ama ben kostümü çıkarma işini daha pratik bir şekilde yapılmasını gerektiğini düşünüyorum, eyvah geç kalacağım dercesine değil…

YORUM 1
[08:45 - sentetix] Eurovision

Eurovision'da birinci olsak da ne olucak ? Topu 300 milyon dolarlık dış borç mu kapanacak ??

- Arkadaşın anlaşılan dış borcumuz rüyalarına giriyor. Nereye baksa dış borç görüyor. :) Bu türde düşünenler spor deyince ve özelliklede futbol ekran başından ayrılmıyorlar. Ya diziler. Hayatımız TV oluyor bu sayede. Acaba bunlar dış borcumuzu azaltıyor mu? Yediği, içtiği, giydiği kısaca kullandığı her üründe Türk gavur ayrımı yapıyor mu? Hiç sanmıyorum. Ama Eurovision’la dış borcumuzu aynı kefeye koymuş ya helal olsun. :))

YORUM 2
[08:44 - yener6363] Bu parça benı tanıtmıyor

ben bır turk um bu parçada bız turklerı tanıtıyor ama neden turkçe deılde baska bır dıl . . . babamla beraber ızledık babam manganın grubunu görunce bunlarmı bızı temsıl edıyor dedıgınde evet dedım çok yazık dedi. . .

- Burada amaç eskiden ne idi bilmiyorum ama şimdi insanların hoşlanacağı bir şey üretmek. Artık eski düşüncelerden kurtulalım, değişime ayak uyduralım. 3 dakika ile Türkiye’yi tanıtamazsın. Herkesin hoşlanacağı müzikle tanıtabilirsin. Bu yarışma Kültür Sanat Yarışması değil.

YORUM 3
[
06:40 - nn4nc] Biz le hic ilgisi yok bu parcanin...
Biz rock muzigiyle buyumedik. Gurultulu buldum. Cok yazik,

- Türk Sanat Müziğiyle, Türk Halk Müziği’yle büyümüştür bu yorumcuda. Nn4nc içinden şöyle diyordur: ‘Ahhh ahhh rahmetli Zeki Müren onunla katılacaktık, ne iyi olurdu. ‘

YORUM 4
[
10:35 - Maho A?a] Saçmalık
Şu eurovision saçmalığı nerye kadar pompalanacak merak ediyorum. Hiçbir amacı olmayan saçma bir organizasyon. Her sene birincisi önceden belirlenen, insanların

- Türkiye’de spor maçları izliyorsun. Onda da herkes şampiyonu önceden belli diyor. Ama izlemekten yine de vazgeçmiyorsun. Bu çelişki niye?

YORUM 5
[09:37 - saydin53] Benceeeeee

bence önümüzdeki yıl kolbastıyla katılalım nede olsa milli bir oyuna döndü her sene farklı farklı yöresel oyunlarla katılalım bence daha iyi olur

- Yorumcu sanırım Halk Dansları yarışmasıyla karıştırdı. Umarım biri kendisine bunun şarkı yarışması olduğunu anlatır.

YORUM 6
[09:17 - EnKahramanRidvan] Başarılı olsa ne olur olmasa ne olur.

hala bu amatör yarışmayı bu kadar büyütmüyorlar mı. ucuz siyasi bir yarışma.

- Ucuz denen yarışmayı düzenlemek için milyon dolarlar harcanıyor. Birçok kişi beğenmiyoruz diyor ama izlemeden, haberlerini okuyup yorum yapmaktan da kendilerini alıkoyamıyorlar. Bu bile Eurovision’un başarısını kanıtlar.

Son olarakta 1.lik şansımızla bitireyim. 1. olmamız zor. Özellikle Yunanistan son yıllarda çıkışta olan Arabik müzik ile Türk ve Yunan müziklerinin karışımından oluşan bir parçayla yer alıyor. Oynak ve kıvrak müzik insanları daha çok etkiliyor. Bu yeni sistemde %50 kazanç demeki. Jurinin de %50 etkisi var ve daha çok tamamen olmasa da sanatsal açıdan bakıyor. İkisinde de eksikliklerimiz var. Birçok ülkenin müziği de çok çok kötü. Bu sayede de Manga'nın ilk 5'te yer alacağını düşünüyorum.

Murat BB

20 Mayıs 2010 Perşembe

Olay unutulur, taraftar sakinleşir mi?

Aziz Yıldırım sessizliğini bozup bazı açıklamalarda bulundu. Bazı kişiler hakkında olumsuz şeyler söyledi, ağır ithamlarda bulundu. Acaba amaç neydi? Bunu en iyi şekilde anlayabilmek için geçmişten tekrar bahsetmek gerekiyor. Başlayayım:

2008 yılında Fenerbahçe’nin başkanı Aziz Yıldırım, teknik direktörü de Daum’du. Son maçında Fenerbahçe küme düşmemeye oynayan Denizli’yi yendiği takdirde şampiyon olacaktı ama yenemedi. Fatura Daum’a kesildi ve kovuldu. Üzerinden fazla geçmeden aziz Yıldırım tekrar Daum’u teknik direktör yaptı. Herkes tarafından çok eleştiri aldı. Denizli faciası tekrar gündeme gelmiş oldu.

Daum’la önce favori gösterilmesine rağmen son maçta kupa Trabzon’a kaybedildi. 26 yıllık kupa hasreti 27 yıla çıkmış oldu. Elde şampiyonluk kalmıştı. Herkes Ankaragücü galibiyetinin şampiyonluğu getireceğini söylüyordu. Ankaragücü’nü çok rahat yendiler. Artık hemen hemen tüm Türkiye Fenerbahçe’yi şampiyon ilan etmişti. İnanmayanlar ise inanmak istemediklerindendi; mantıksal değil.

Trabzon kupayı almış lige de havlu atmıştı. Zorunlu olmasa oynamak bile istemezlerdi. Fenerbahçe kendi sahasında, 50 milyon önünde sahaya çıktı. Herkes 90 dakika bitse de şampiyonluğu kutlasak diye düşünüyordu. Buna göre de kutlama hazırlıkları yapılmıştı. Bursaspor’da şampiyon olacaklarına inanmamışlardı ama en azından 2. olmakta çok büyük başarıydı. Planlar buna göre yapılmıştı. Mucize olmasıda tek istekleriydi ve neden olmasındı.

Maç başladı ve Fenerbahçe tek kale oynamaya başladı. Trabzon yine de teslim olamaya niyetli değilse de gol yemeden ne kadar dayanabilirdi. Golde geldi ve Fenerbahçe 1-0 öne geçti. Taraftar şampiyonluk kutlamalarına hemen başladı. Fazla geçmemişken beraberlik golü geldi. Oyun yine tek kale devam ediyordu. Bursa öne geçti stres arttı. Fenerbahçe mutlaka gol atmalıydı fakat inanılmaz pozisyonlar harcanıyordu.

Son dakikalar yaklaşmışken, taraftarlar şampiyonluk gitti galiba derken sevindirici bir haber geldi. Bursa, Beşiktaş’la beraberdi ve Fenerbehçe şampiyon sayılırdı. Maç bitti ve şampiyonluk kutlanmaya başladı. Çok geçmeden gerçek anlaşıldı ve Fenerbahçe’nin değil de, Bursa’nın şampiyon olduğu söylendi.

Şampiyonluk havasıyla başlayan maç, atılan golle pekişti. Yenen beraberlik golü ve Bursa’nın galibiyet golü acaba demeye başlattı. Heyecan iyice yükseldi. Şampiyonluk yine gidecek demeye kadar geldi. Yapılan anonsla en altta olan moral zirve yaptı. 2. anons zirvedeki morali uçurumdan aşağı itti. İniş o kadar ani oldu ki, taraftar dayanamayıp çıldırdı. Önlerine ne çıktıysa kırıp dökmeye başladı. Bu Türkiye sınırlarını aştı, tüm dünyaya yayıldı.

Önceden aynısını yaşa. Daum’un gelmesiyle endişelen. Kupayı son maçta kaybet. Kesin denen şampiyonluğu yine son maçta kaybet. Bunun da üstüne anons skandalını ekle. İstesen bu kadar üst üste getiremezdin. Asla unutulmayacak olaylar yaşandı. Bir Fenerbahçe düşmanı bile plan yapsa, ancak bu kadar yıkabilirdi Fenerbahçe ve taraftarını.

Aziz Yıldırım günlerce konuşamadı. Bir olay yaşanmıştı ve ne derse boştu. Bir olayı unutturmanın en iyi yolu başka olaylar yaratmaktır. Aziz Yıldırım ve çevresindekiler bir plan yaptı ve gündemi değiştirecek bir konuşma metni hazırladı. Bu metinde sağa sola saldıracak ve kaçan şampiyonluk bırakılıp, bu konuşmalar manşet olacaktı. Herkeste buna odaklanacaktı. Böyle de yaptılar. Söylediklerinin hiçbir aslı astarı yok ama en azından yeni bir gündemdi.

Bakalım bu olay hemen unutulacak ve taraftarda sakinleşebilecek mi?

Murat BB

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Volkan, Burak ve iddiam

Dün spor programlarında Fenerbahçe kalecisi Volkan’ın hatalı gol yediği söylendi. Bunu bir çok kişi söyleyince yazma gereği duydum.

Bana göre Volkan’ın bu golde hiçbir hatası yoktur. Kalenin sağından sol arka taraflarına giden topu kaleci takip ederken sol direk dibine doğru hareketlenmesi gerekir. Çünkü rakip oyuncu biraz çaprazda buluşacağı bu topa genellikle sert bir şekilde yakın direk dibine (sol direk) vurur. Eğer kaleci direğe uzak kalmışsa ve top direğin dibinden giderse kurtarması çok zordur. Direk dibine atlarken herkeste psikolojik olarak direğe çarpma korkusu oluşur. Bu anlık bir şeydir ve kaleciyi direğe çarpmaması için önlem almaya zorlar. Topta genellikle parmaklarına çarpar ve yönünde sapma olmadan kaleye girer.

Eğer kale direğini tutarsa direk dibinden gol yeme ihtimali olmaz. Top biraz açıktan arka direğe (sağ direk) doğru giderse atlayıp çıkarması çok daha kolay olur. Burada tek sorun oyuncunun sol ayağını iyi kullanmasıdır. Sağ tarafta sol ayak oyuncunun olma ihtimali azdır. Eğer sol ayağını iyi kullanan bir oyuncuysa, sol ayağıyla arka direğe doğru topa falso vererek vurur. Bunu kalecinin kurtarması zordur. Gerçi bunda da topa vuruş yerinin kaleyle olan açısı ön plana çıkar. Açı ne kadar küçükse, yanı aut çizgisine ne kadar yakınsa, gol olma ihtimali o kadar azdır.

Gelelim Volkan’ın yediği gole. Aslında Volkan’ın yediği gol demek yanlış. Doğrusu Burak Yılmaz’ın attığı gol. Çünkü o noktadan bu tür vuruşların gol olma olasılığı çok çok azdır. Hem kalecinin uzanamayacağı yükseklikten vuracaksın, hem kaleye indireceksin, hem de rakip bir oyuncunun yetişmesine imkân vermeyeceksin. Çok az bir ihtimaldi ama gol oldu.

Sonuç olarak toparlarsam, bu Volkan’ın yediği gol değil, Burak’ın attığı mükemmel bir goldür.

NOT: Ben de asla böyle bir sonuç beklemiyordum. İddialarda genellikle kaybeden ben olurum. Bu sefer herkes gibi ben de Fener’in ne yapıp ne edip bu maçı kazanacağını düşünüyordum. Hem büyücülerle kaleyi büyülerler, hem Bilica’nın çukur kazmasına diğer 10 oyuncu da yardım eder, yetmedi bir greyder getirirler ve her türlü bu maçı kazanırlar diyordum. Bir de arkadaşımı gelipte demez mi, ‘Trabzon bu maçı kazanır’. Bir de iddiaya girmeyi bile teklif etti. Ben de hemen atladım ve üstelik show yapıp beraberliği bile verdim. Büyük iddiaları sevmem, arkadaşlar arasında da olmaz. Dondurmada karar kıldık. Benim için dondurma garantiydi. Tek sorun havaların soğuyacak denmesiydi. Ben de ne zaman ısınırı düşünüyordum sadece. Fener öne geçti. Artık garanti de oldu derken Trabzon gol attı. Daha çok vakit vardı. Vardı ama gol yoktu. Son dakikaya kadar ümidimi kaybetmemiştim ama … :(

Neyse ki ben Pollyanna’cılığı severim. :) Bir dondurma değil tüm dondurmalar arkadaşıma feda olsun. İddia’da kaybettim ama onun sayesinde yeni sezonda İddaa’dan çok para kazanacağıma eminim... :))

Murat BB