4 Aralık 2014 Perşembe

Şeytan ayrıntıda gizlidir Yavuz Bingöl

Hürriyet’ten Ahmet Hakan’a konuşan Yavuz Bingöl şunları söylüyor:

Tayyip Bey ve Ahmet Bey’den önce şöyle bir anlayış vardı: “Politikacı işine duygularını karıştırmayacak. Karıştırırsa başarısız olur.” Tayyip Bey de, Ahmet Bey de bu tezi yıktı. Duygularını işlerine karıştırdılar ve başarılı oldular. Mesela Tayyip Bey’in cezaevindeyken kendisine bir tabak yemek vermiş gardiyanı evinde ziyaret etmesi çok özel bir şey. Ahmet Bey’in Dersim’de bir Alevi dedesinin elini öpmesi.

Buradan da anlaşılacağı üzere politika ve AKP hakkında hiç bir şey bilmiyor. Onun bildiği tek şey kendisine gösterilenler. Kafasını kullanıpta, gördüklerini sorgulama gereği duymuyor. Ya da sorgulama yeteneği yok.

"Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin" sözü Yavuz Bingöl için geçersiz. Onun için melek insanlar çok var bu dünyada. Onlardan ikisi de Erdoğan ve Davutoğlu.

Eğer düşünebilen, akıllı bir insan olsaydı politikacıları ve özellikle AKP zihniyetini çok iyi bilirdi.

AKP'lilerin yaptığı ve söyledikleri hemen hemen her şey planlı ve programlı. Tüm hareket ve mimikler danışmanlarca ayarlanıyor. Dolayısıyla ziyaretler ve el öpmeler de önceden danışmanlarca planlanmış bir şey. Bu bir pazarlama taktiği. Halkı etkileyip, oy oranını artırma çabası. Türkiye'de Yavuz Bingöl gibiler çok olunca da oldukça başarılı bir reklam olmuş oluyor.

İnsanların gerçek kimlikler plansız hareketlerle ortaya çıkıyor. "Başbakana öyle konuşursan tokadı yersin", "ananı da al git" gibi konuşan bir insandan merhametli biri olmasını bekleyemezsin. Mısır'da ölen bir kızı ilahlaştırıp, kendisini protesto ederken ölenleri yerin dibine sokandan insanlık bekleyemezsin.

Şeytan ayrıntıda gizlidir, göz önündeki melek kılığına girmiş bir şeytandır hayatta genellikle.

4 Kasım 2014 Salı

Dortmund:4 - Galatasaray Masterlar:1

Galatasaray bugün ilk defa rakibinin özelliğine göre yaptığı taktikle sahaya çıktı. Kadro tercihini yaparken Prandelli, defansa daha fazla katkısı olan oyuncuları seçmişti.

Maç başladı ve Dortmund oyunu Galatasaray yarı alanına yığdı. Galatasaray'da bilerek defansa çekildi ve rakibine alan bırakmamaya çalıştı. Dortmund'un en iyi yönü de açık alanda hızlı koşularla golü bulmaktı ve o büyük ölçüde engellendi.

İkili mücadelelerde Umut ve Selçuk gibi bazı oyuncular rakibin üzerine koşar gibi yapıp, birden duruyorlar, rakip oyuncuda rahat rahat pas veriyordu. Bu saçma hareket antrenmanlarda komedi olsun diye yapılır genellikle. Ama diğer maçlarda tamamen temassız oynayan Galatasaray'da biraz temas eden oyuncular çıktı bu maçta.

Galatasaray ilk golünü pek yeteneği olmayan oyuncuların kişisel hatasından yedi. Rakip oyuncu çok çok rahat bırakıldı ve araya çok uzaklardan top attı. Bu pas atılırken Semih'in rakip oyuncunun ayak hareketinden nereye ve nasıl atacağını anlayıp, hareketlenmesi gerekiyordu. Orada bir koridor vardı ve oraya atacağı gün gibi ortadaydı. Ama Semih o koridoru doldurmadı ve topu kaçırdı.  Reus en soldan sağa doğru girdi. Hiç bir Galatasaraylı oyuncu Reus'u tutmadı ve tamamen boş bıraktı. O da golü rahatlıkla attı.

Reus en soldan koşarken kendi bölgesi dışına çıktığı için önce Tarık bıraktı ve sonra da Melo. Oysa rakibi takım arkadaşının kontrolüne verdikten sonra bırakman gerekiyor. Melo Chedjou'ya güvendi ama o da oyuncuyu görmedi. Semih'in de yetenekleri olmadığı için göz göre göre topu arkaya kaçırdı.

Durum 2-1'e geldi ve Galatasaray beraberlik golünü aramaya başladı. Oyunu insiyatifine almıştı ki yine çok çok basit bir hata 3. golü yedirdi. Tüm takım ileriye gitmiş kornerden gol ararken, Dortmund'un uzaklaştırdığı top, Hamit'in önüne geldi. Hamit takımının son adamıydı.Ne yaparsa yapacak o topu ya da rakibi durduracaktı. Gözünü kapatıp, yarı rakibe yarı topa girecek, ani atağı engelleyecekti. Ama o "aman rakibe bir şey olmasın" dercesine ayağının ucunu uzattı sadece. Rakip de korkusuzca girdi, topu kaptı ve golü de atmayı başardılar.

Geriside geldi. Galatasaray'da bir çok oyuncu 60-70 yaşlarında bir dedeymiş gibi top oynuyorlar. Halı sahada iddiasız maçlarda bile bu kadar yumuşak top oynanmıyor. Galatasaray'ın tamamen yenilenmesi şart.

30 Ekim 2014 Perşembe

AKP'li olsaydı Beyaz TV ne yapardı?

Beyaz TV, maden kazasına rağmen konserleri iptal etmeyen 4 yer saydı. Bunlar Adana, Antalya, Şişli ve Karşıyaka idi. Bu haberle biraz yerin dibine soktu.

Merak ettiğim 2 konu oldu. Bunlardan birincisi acaba başka yerde AKP'ye ait bir belediyenin kutlama yapıp yapmadığı.

AKP, tek merkezden yönetilen, çok komplike bir parti. Bir şey yapılacaksa hemen karar alınır ve ivedilikle herkese duyurulur. Herkes de buna harfiyen uyar. Kutlama yapılmamış olabilir.

Ama eğer kutlama yapan AKP'li bir belediye varsa o zaman bu Beyaz TV için karanlık bir haber olur. Basının tarafsız olma şartı vardır. Bu kurala uymamış ve AKP'nin silahşörlüğünü yapmıştır. Çok büyük cezalar verilmesi gerekmektedir. Fakat Türkiye'de yaşadığımızı varsayarsak, ahlaken tamamen çöktüğümüzden dolayı bu gayet normal görülür.

İkinci merak edilen konu, bu belediyeler AKP'li olsaydı, aynı haberi yaparlar mıydı?

Beyaz TV'nin sahibinin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in oğlu Osman Gökçek olduğunu düşünürsek bunu merak etmenin ne kadar anlamsız olduğu ortaya çıkıyor.

29 Ekim 2014 Çarşamba

Ölümün kaderi


Zehirli gazdan ölürler; madencinin kaderinde var.
Havasızlıktan ölürler; madencinin kaderinde var.
Yangından ölürler; madencinin kaderinde var.
Boğularak ölürler; madencinin kaderinde var.
Göçükte toprak altında kalır ölürler; madencinin kaderinde var.

Ama hiç birinde de ihmal yok. Peki o zaman bu kaderin Türkiye ile ne sorunu var, ne garezi var? Diğer ülkeleri 100 yıldır ziyaret etmiyor ama ülkemizden de hiç gitmiyor.

Bu kader birilerini çok seviyor. Onlar nerede kader de orada, KARA KADER.

İhmalin olmadığı yerde ölüm kazadan değil, yaşlılıktan olur. Ama bunu birileri bilmiyor.

Bu her ölüme kader diyenleri, atacaksın aslan inine, "Al bu da senin kaderin.Kaderinde aslan inine konmak varmış, bizim de kaderimizde seni aslan inine atmak varmış. Bir suçlu varsa o da bunu bizim kaderimizi yazandadır. Biz sadece zorunlu aracıyız" diyeceksin.

Bir konuda da artık endişe duymaya başladım. Devlet bundan da para kazanma yoluna gidip, her madenciye zorla ceset torbası alma zorunluluğu getirebilir. Hatırlarsanız geçmişte, her araçta bulundurma zorunluluğu getirmiş, yakın çevreden birini bir anda köşeyi döndürmüşlerdi.

22 Ekim 2014 Çarşamba

Allah'tan Roma olmadık

Maçtan önce gerek Facebook’umda gerekse Twiter'ımda Galatasaray bugün fark yemesin ona bile sevineceğim dedim. Maalesef fark yedi ama Allah'tan dünkü Roma'nın durumuna düşmedi. Buna da sevinmemiz gerekir aslında. Borussia Dortmund bu sene ligde çok kötü gidiyor. Eski formundan çok uzak. Buna rağmen ben gibi birçok kişinin düşüncesi fark yemeden bir maçı atlatmaktı.

Galatasaray’a gelecek olursak en başta teknik direktör Prandelli’den bahsetmek lazım. Güçlü takımlara karşı da aynı taktik, güçsüz takımlara karşı da. Rakibi izleyip, hiçbir önlem alma gereği duymuyor. Yanlış oyuncuları sahaya sürüyor ve yanlış mevkilerde oynatıyor. Futbolcudan kesinlikle anlamıyor. Bir de Olcan ve Bruma gibi yaratıcı oyuncuları bırak yedek oturtmayı, kadroya bile almıyorsa ben ona teknik direktör bile demem. Emre Çolak'da benim beğendiğim diğer bir oyuncu ama o da nedense hiç oynatılmıyor.

Semih, Telles ve Tarık kesinlikle defans oyuncusu değil. Defansta hiçbir varlık gösteremiyorlar. Arkaya devamlı adam kaçırıyorlar, birebir oynayamıyorlar. Rakip çok rahat topla buluşuyor, çok rahat pas veriyor ya da çizgiye inip orta yapabiliyor.

Orta sahada sadece Melo var. Başka hiç bir oyuncu yok.Bir tek pas alıyorlar, onu da verimli kullanamıyorlar. Oyuncu kovalamıyorlar. Bu sayede rakip, elini kolunu sallaya sallaya geliyor, rahat rahat topu düzeltiyor, antrenmanda bile bulamayacağı rahatlıkla şutunu çekip golünü atıyor. Amatör takımla oynasa rakip, bu kadar rahat oynayamazdı abartısız.

Forvet desen umudunu rakip arkasına atılan toplara bağlamış. Ceza alanı içinde bile defans arkasına topu bekleyecek kadar aciz oyuncular. Genelde defans oyuncuları hücumcuları boş bırakmamak için peşinde koşarken, Galatasaraylı hücum oyuncuları kendileri defans oyuncuklarını kucağına gidiyorlar. 3-4 Galatasaraylı oyuncu defansın içine girip kayboluyor. Bir tanesi bile biraz topla oynayan oyuncumun yanına gideyim, verkaç yapayım, şut pozisyonu ayarlayayım demiyor.

Galatasaray koşmuyor, savşmıyor, top almaya gitmiyor, orta yapmayı bilmiyor, kafa vurmayı bilmiyor, verkaç yapmayı bilmiyor... Tek bildiği şey seyirci gibi maçı izlemek, en güzel yerden saha içinden.

Arsenal'da 1-0 geride olduğu maçta 89 ve 90+1'de attığı golle 2-1 kazandı ve Galatasaray'ın 3.lük hayallerini bir süre daha devam ettirdi.

1 Ekim 2014 Çarşamba

Temassız futbol: Galatasaray

Galatasaray bugün tarihi bir yenilgi aldı. Fakat bu yenilgi hiç kimse için şok olmadı. Maç öncesi yapılan gerçekçi tahminlerde galibiyeti geçiniz, beraberlik alması bile büyük sürpriz olarak görülüyordu.Konuşulan şey "Galatasaray bugün kaç fark yer?" idi. Temenli tarihi bir fark yememesi üzerineydi.

Maçın kadrosu açıklandığında bu herkes için sürpriz oldu. İlk önce Selçuk yedeklere dahi alınmamıştı. Pandev'in kondisyonu kötüydü ama ilk 11 idi. Takımın oyun sistemi son Sivasspor maçınınki gibiydi. O maçta Galatasaray'ı ilahlar korumuştu. Rakip takım bir çok kez gol pozisyonuna girmiş ve kaleciyle karşı karşıya kalmış ama sadece 1 gol atabilmişti.

Bu sefer oynadığı takım Avrupa'nın en iyi takımlarından biri. Çok üst düzey olmasa da ve önemli oyuncularından mağrum olsa da Sivas'la karşılaştırılamayacak kadar fark var arada.

Oyun başladı. Arsenal o kadar da baskı kuramadı Galatasaray'a ama 3 büyük hatayı çok iyi değerlendirip, birbirinin tamamen benzeri 3 gol atarak devreyi kapattı. Bu gollerde pas veren kişi üzerine hiç bir baskı yapılmadı. Çok rahat araya top bıraktı. Melo 2 pozisyonda da Welbeck'i tutamadı. Oysa bu tür ataklarda defans oyuncusu çok çok daha avantajlıdır. En başta fiziğini kullanır, rakibi bozar. Topu önüne alması ve kontrol etmesi de gerekmez. Topu kaleden uzaklaştır yeter. Welbeck Melo'dan sıyrıldı, topu düzeltti, kaleye ve kaleciyi rahat rahat süzdü, gollerini de attı.

4. golde ise gol pasını veren oyuncuyu, Galatasaraylı oyuncu sadece izledi. Pas verdirmemek için hiç bir çaba sarfetmedi. Orada atik olacaksın, rakibine yakın olacaksın ama çalım atmaması için dibine girmeyeceksin. Pas vereceğini anladığında hem topa hem rakibe girecek pas vermesini önleyeceksin. Galatasaray ne sağ beki ne sol beki, ne defansı ne orta sahası kısaca hiç bir oyuncusu basan rakibi yoran bir özelliğe sahip değil. Rakibin topla oynayışını uzaktan seyrediyor. Temassız futbol oynuyor.

Bu takımda oynayan sadece 3 oyuncu var: Muslera, Melo ve Bruma. Melo yerinde oynatılmıyor, Bruma'da yedek bekletiliyor.

Bu takım ancak ısıran ve çok koşan futbol oynadığı zaman başarılı olur. Bu oyun sistemi çok çok uzun yıllar öncesinde kaldı.

Grubumuzun bir diğer maçında Dortmund'ta farklı kazanarak puanını 6'ya çıkardı. Galatasaray'ın üst tura çıkması mucizelere kaldı. UEFA'dan devam etmesi bile sıkıntılı.

Ludogorets'de Real Madrid'e 77 dakika dayanabilme başarısını gösterdi. Onları da tebrik etmek gerekir.

Arda Turan'da attığı golle Juventus karşısında takımına galibiyet getirdi.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi mi, hazırlık maçı mı?

"Galatasaray ile Anderlecht arasında oynanan futbolu andıran oyundan galip takım çıkmadı" maçın kısa özeti oluyor.

Günler öncesinden Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde oynayacağı maç için, beraberlik bile çok iyi olur demiştim. Üstelik maç Türkiye'de idi. Maç başladı... Tek kale oynanıyordu. Galatasaray yükleniyor, Anderlecht kendi yarı alanında savunma yapıyordu.

Ama maalesef akılla futbol oynamayan ülkemiz oyuncularının, akılsızca bir hatası golü getirdi. Rakip 3 kişiyle geldi. Ceza alanı ortasındaki adamı 2 kişi tutarken arkadakini bomboş bıraktılar.

Futbolda adam paylaşımı diye bir tabir vardır. Boşta adam bırakılmaz. Hele ki ceza önünde asla bırakılamaz. Bırakıyorsan, halı saha da bile top oynayamazsın, takımlarına almazlar. Ama Galatasaray bunu hep yapıyor. Bunun da sebebi, hücum oyuncularından bozma defansla sahaya çıkması. Galatasaray'ın ne sağ beki, ne de sol beki defans yapmasını bilmiyor. Semih'de çok sıradan bir oyuncu olunca, çok ama çok basit goller yeniyor.

Hücum olarak da orta saha oyuncuları Melo dışında pas vermeyi bilmiyorlar. İnadına göbekte markajdaki oyunculara top atıyorlar ama rakip araya girip, topu kapıyor. Buna rağmen inadına aynı hücuma devam ediliyor.

Markajdaki oyuncular da hiç bir şekilde markajdan kurtulup, top almaya gitmiyorlar. Topla oynayan oyuncu yalnız kalıyor. İşin ilginci sağ bek ve sol bek oynayan oyuncuların defans yapmasını bilmeyen hücum oyuncuları ve hiç bir bindirme yapıp kanatlardan top istemiyorlar. Kanada açılanlara da Melo dışında top atan oyuncu yok. Kapanan takımların en zayıf tarafı kanatlardır, kanatları kullanmak zorundasın ki Galatasaray'ın golüd e kanattan geldi.

Galatasaray'ın bu eksilerini 10-15 yaş arası çocuklara öğretiyorlar ve 15 yaşından itibaren iyi uygulamaya başlıyorlar. 20'li 30'lu yaşlardaki oyuncular bunu uygulayamıyorsa, bu takımdan da hiç bir şey olmaz. Benzer sorunu milli takımda da yaşıyoruz.

Aynı grupta yer alan Dortmund, Arsenal'i 2-0 yendi. Galatasaray'ın bu grupta ilk 2'ye girmesi mucizeden öte bir şey. 3. olup, UEFA Avrupa Ligi'nde devam etmesi de başarı olacaktır.

Maalesef Türk futbolunun hali harap, gidişat daha da harap.

14 Eylül 2014 Pazar

Sırpların ABD ile Rus Ruleti (92 - 129)

Amerika basketbolda dünyanın uzak ara en iyi takımı. Dünya Şampiyonası'na bir çok yıldız oyuncusunu getirmese dahi yine de en büyük favori konumundaydı. Bunu oynadığı tüm maçlarda da rakiplerine fark atarak gösterdi.

Finaldeki rakibi ev sahibi ülke İspanya olacak zannederken sürpriz bir şekilde Fransaya elendi. Fransa da Sırbistan'a yarı finalde elenince ABD'nin rakibi oldular.

Finalin en büyük favorisi doğal olarak yine ABD idi. ABD, oldukça atletik oyunculardan oluşan bir takım. Özellikle hızlı hücumlarla rakibini sürklase ediyordu. Bu sebepten onları durdurmak için ilk yapılması gereken, oyunu iyice yavaşlatıp, biraz uyutmak. Sırplardan da bu bekleniyordu.

Maç başladı. Başladı başlamasına ama Sırplar 7'den 77'ye herkesi şaşırttı ki buna ABD'de dahil. Oyuna çok ama çok hızlı başlamışlardı. ABD'nin ekmeğine bir bakıma yağ sürmüşlerdi ama onların da bunu hiç beklememeleri yüzünden Sırbistan ilk dakikalarda farkı 8 sayıya çıkardı. Hızlı ve sert oyun ABD'li oyuncuları biraz kızdırdı. Şaşkınlıklarını hemen atlatıp, rakiplerinden daha çok koşmaya daha çok savaşmaya başladı. Bu tempoya alışık olmayan Sırbistan da nefes nefese kaldı, güçlerini kaybetti. ABD tempoyu arttırdıkça arttırdı. Dakikalar içinde farkı kapatıp, bir de fark atmaya başladı. Artık top dolaştırılmıyor, doğrudan potaya gidiliyordu.

ABD attıkça açıldı, açıldıkça da attı. Sırbistan da fazla geçmeden havlu attı. ABD'yi yavaşlatması gerekiyordu ancak artık ok yaydan çıkmıştı. Skor farkından sonra yavaş tempoda yenilmesi imkansız bir duruma gelmişti. Farka rağmen ABD durmadı. Oyuncular istedikleri şekilde oynuyorlar ve oldukça da zevk alıyorlardı.

Bugün Sırbistan'ın şaşırtma taktiği tutmadı, tutmadığı gibi de tarihi bir farkın yenmesine sebep oldu. Adeta Rus Ruleti oynadılar ve kaybettiler. Acı bir ölüm oldu onlar için. Ama daha 2. çeyrek başında şampiyonun belli olması maçın tadını kaçırmadığı gibi, bol sayı daha da bir güzelleştirdi oyunu.

Murat BB

4 Eylül 2014 Perşembe

Şeker sanmış ilacı

Sokakta oynayan çocuklar az önce şu şarkıyı söylüyorlardı:

Bir gün bir gün bir çocuk,
Eve de gelmiş kimse yok.
Açmış bakmış dolabı,
Şeker de sanmış ilacı.
Yemiş yemiş bitirmiş,
Akşama sancı başlamış.
Kıvrım kıvrım kıvranmış,
Yaptığından utanmış.

Bunca yıldır duyarım ama kafama yeni dank etti. Çocuk neden yaptığından utanıyor ki? Bilmeden yenmiş ilacın utanılacak hiç bir şeyi yok.

"Yaptığından utanmış yerine" en uygunu şarkı sözlerine bakarken gördüğüm şu cümle daha uygun olurdu:

Hastaneyi boylamış.

31 Ağustos 2014 Pazar

Mevlüt Çavuşoğlu, namaz ve basın

Mevlüt Çavuşoğlu yeni görevi Dışişleri Bakanlığı'na atandıktan sonra kendisine ilk mikrofonu NTV uzatmayı başardı. Uzattığı yer de oldukça düşündürücü bir yerdi; Cuma namazı için gidilen camii önü.

Burada insanı meraklandıran bazı konular var:
1- Cuma namazına niçin bu kadar kalabalık gidiliyor?
2- Basına neden haber veriliyor?
3- Kimse haber vermedi ise nasıl haberdar oluyorlar?
4- Basından neden uzak durulmuyor?

Bu tür davranışlar genellikle insanları etkilemek için kullanılır. Dünyada insanı etkilemenin en kolay yolu, herkesin de bildiği gibi dini kullanmaktır. Basın sayesinde de bu etkileme yöntemi milyarlara ulaşıyor.

Bunu ilk defa görmüyoruz. Gerek Recep Tayyip Erdoğan, gerek Abdullah Gül ve gerek diğer AKP partisi mensupları bunu yıllardan beri yapmaktalar. Başarıya da ulaşmaktalar.

AKP, gerçekten de çok iyi çalışmakta. Atacakları tüm adımları detaylı bir şekilde hesaplıyorlar ve harfiyen de uyuyorlar.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Hayatta bunlar da yaşanabiliyor

En çok golü atan oyuncu ülkesinin en iyi takımına transfer olacaktı. İki oyuncu da birer gol atmayı başarmıştı. Albert kaleciyi geçti, topu boş kaleye atmak yerine pas verdi. Gol takım arkadaşının olmuştu. Arkadaşı ‘Neden?’ diye sorduğunda, ‘Çünkü sen benden iyisin’ diye cevapladı.

İnsanı hüzünlendiren, duygulandıran bir hikaye… Böylesi sadece hikaye kitaplarında yazar.

Daha sonra futbolu bırakan ve bir süre işsiz kalan Albert, yine de iyi bir evde oturuyor ve pahalı bir arabaya biniyor. Peki bu nasıl oluyor?

Olay Portekiz’in 18 yaş altı takımında yaşanıyor. Transferi yapacak kulüp ise Sporting Lizbon. Transfer olan oyuncuyu çıkarabildiniz mi?

Çıkaramadıysanız devam edeyim. Çok kısa bir süre sonra oynanan bir karşılaşmada dikkatleri çekiyor ve dünyanın en iyi takımlarından birine transfer oluyor.

Hala çıkaramayan varsa takımın ismini söyleyeyim: Manchester United.

Artık hemen hemen herkes anlamıştır kimden bahsettiğimizi. Şu anda Real Madrid takımında oynuyor dünyanın en iyi birkaç futbolcusundan biri olan Ronaldo.

Albert Fantrau’ya sormuşlar ‘İşsizken bunları nasıl aldın?’ diye. O da ‘Bunların hepsi Ronaldo’dan.’ cevabını vermiş.


Ronaldo yıllar geçse de arkadaşını hiç unutmamış. Aç ve açıkta bırakmamış, hep yanında olmuş. Dünya Albert’i ve bu hikâyesini, Şampiyonlar Ligi finalinde Ronaldo’yla kucaklaşmasıyla öğrendi. 

27 Mayıs 2014 Salı

KISA KISA (Sen dalga mı geçiyorsun?)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan diyor ki:
'Efendim işte Merkez Bankası'na müdahaledir bu.' Niye müdahale olsun? Ben, bu ülkenin Başbakanı isem kanaatimi düşüncemi, söyleyeceğim. 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yukarıdaki sözünde kastettiği o düşünceleri:
“Sen dalga mı geçiyorsun? Yükseltirken 5 puan birden yükseltiyorsun, şimdi geliyorsun yarım puan indiriyorsun. Yarım puan indirmekle ne yapmak istiyorsun. Olmaz böyle bir şey... O da bu noktada kendisine çeki düzen vermesi lazım. Temenni ederim ki kısa zamanda çeki düzen verirler.”
Asıl, buna müdahale değil, sadece fikirlerim diyen başbakan BİZİMLE DALGA GEÇİYOR.

Başbakan delili olmadan suçlama yapabilir mi?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sokakta çıkan polislere molotof atılan ve bir kişinin ölmesine sebep olan olayların sorumlusu olarak Fettullah Gülen’i işaret etti.

İstanbul’da çıkan olaylarda göstericiler Molotof kokteyli ile polise saldırmış ve polis de göstericileri dağıtmak için havaya ateş etmişti. Tahminen bulutlardan seken kurşun, olayla hiçbir ilgisi olmayan bir vatandaşın başına isabet ederek, ölümüne olmuştu. Bu vahim durumdan sonra başbakan en çok eleştiriyi alan kişi konumuna düşmüştü.

Erdoğan’ı seven kesim, bu tepkilere anlam verememiş ve suçlanmasına şaşırmıştı. Düşünmedikleri şey başbakanın polisin kullandığı aşırı güce sesini hiçbir şekilde çıkarmaması ve üstelik övüp, ödül vermesiydi. Bundan güç alan polis şiddeti her geçen gün artırmaya başlamıştı. Bir bakıma başbakanın tavırları, suça teşvik oluyordu.

Halkın bir kısmı Başbakan’ı sorumlu tuttu, Başbakan’da topu Fetullah Gülen’e attı. Attı atmasına ama elinde hiçbir delil yoktu. Birkaç sene öncesine kadar doğu olsun, İstanbul olsun, Molotof kokteyli atmak alışılmış bir durumdu. Erdoğan, Kürtlerle barış antlaşması imzalayınca bu olaylar sona ermişti ama yine de ufak tefek olaylar devam ediyordu. Örneğin birçok kişi kaçırıldı doğuda. Adam kaçırmak devam ediyorsa, pekâlâ molotofun sorumlusu da bu konuda eski sabıkalı kişiler olma ihtimali çok yüksek.

PKK sempatizanlarının çıkardığı bir olaysa bu, barış sürecine zararı dokunabilir. Böyle bir şeyin olmasını Erdoğan kesinlikle istemez. Burada bir taşta 2 hatta 3 kuş vurma durumu oluyor. Suçu Gülen’e atarsan, hem barış süreci zarar görmeyecek, hem Erdoğan eleştirilerin bir kısmından kurtulacak hem de düşmanı Gülen’e saygınlık daha da azalacaktı. Çamur at, izi kalsın misali.

Bir başbakanın elinde deliller olmadan konuşması, yukarıda yazılan teorileri düşündürtüyor insana. Bu sebepten dolayı da Erdoğan’ın böyle açıklamalar yapmaması ve yapacağı her konuşmayı da delillerle desteklemesi gerekmektedir.


Topluma hitap eden biriyseniz mutlaka delillerle konuşun, fikirlerinizi gerçekmiş gibi lanse etmeyin.  

17 Mart 2014 Pazartesi

Bir ülkeyi yöneterek milyarder olmak

Bu yazımda bir ülkenin nasıl yönetileceğine dair bir kaç önemli konuya değineceğim. Ekonomi için ve yöneticinin ülkedeki geleceği için çok basit bir kaç yöntem var. Bu basit yöntemin içinde de çok kısa süre içerisinde de milyarder olmanın yolunu da bulacaksınız. Bunun için biraz karakterin el verecek ve de ticari amaçlarla yaptığını belli edeceksin. İşte bu yöntemler:

Banka
Banka olmazsa olmazdır. İzleyeceğiniz yolun merkezini oluşturacaktır ve ilk ele alınması gereken konudur. Çevrenizdeki zengin bir işadamına, ya da işadamlarına özel bir banka kurdurmalısınız. Çok ortaklı bir banka kurulacaksa, bunun başına kendiniz geçerek, hem hisse sahibi olursunuz hem de yöneticilik yaparak işleri kendiniz idare edersiniz. Tüm yakınlarınızı bu bankaya yönlendirerek, bütün işlerini bu bankayla yapmalarını sağlarsınız. Bu sayede bankayı para havuzu olarak kullanırsınız.

Eğitim
Gelişimde geri kalmış ülkelerde, son derece ileri seviyede öğretim kurumları açacaksınız. Bu eğitim kurumları paralı eğitim verecek ve hedef kitle o ülkenin ileri gelen kişilerin çocukları ile üstün zekalı kişiler olacak. Karlılık önemsenmeyecek. Ama yine de karlılığı yüksek olur. Bu sayede ülkenin ileri gelenleriyle yakınlaşmanız ve samimiyetiniz olur. Artık ülkenin tüm kapıları kendinize açılmış durumdadır. O ülkede yatırım yapmak isteyen Türk iş adamları da öncelikli konumdadır. Onlara her türlü kolaylık sağlanacaktır. Yatırımın finansmanını da kendi kurdurduğunuz bankadan, düşük faizlerle yapacaksınız. Gerekli malzemeler için de çevrenizde o dalda çalışan kişileri kullanıp, çok düşük ücretten teminini sağlatacaksınız. Bu şirket hem Türkiye bütçesine hem de kendi bütçenize faydalı olacaktır. Emeğinizin karşılığı olarak size de şirketin karından pay verilebilir.

Okuldan yetişen çocuklara da Türk kültürünü aşılayacaksın. Büyüyüp, ülkenin önemli insanları olduklarında, Türkiye'ye çok büyük sempati duyduklarından, her türlü desteklerini sağlamış olursunuz.

Özelleştirme
Özelleştirmelerle devlete sıcak para kazandırabilirsiniz. Devlete ait işletmeler ya zarar ediyor ya da olması gerekenin çok çok altında kar ediyor. Özelleştirmelerde sizi destekleyen iş adamlarına kıyak geçeceksiniz. İhaleye çevrenizden sadece 1 oluşumu sokacaksınız. Sizi destekleyen diğerlerinin girmesine izin vermeyeceksiniz. Herkesin verdiğinin en yüksek fiyatı vermesini isteyeceksiniz.

Devletin çok büyük maddi kazanımları olacaktır. Zarar eden işletmelerden kurtulacaksın. Kar eden şirketler de elden çıkacak ama vergiler sayesinde iş yapmadan kasaya para girecek. Unutulmamalı ki devlet her işletmenin karının yaklaşık %50'sini vergi olarak alıyor. Bir bakıma şirketlerin yarısına ortak denebilir.

Bu oluşuma da her türlü desteği verirsiniz.En başta bankanızdan düşük kredi sağlarsınız. Diğer kişilerin tüm işlerini buradan yapmalarını istersiniz. Buradan mutlak size de bir pay düşer.

İhale
İhalelere de sadece 1 firmanın girmesini sağlarsınız. Önceden özelleştirme veya ihale kazananları tekrardan sokmazsınız. Çevrenizdeki herkes nemalanmalı. İhalede en düşük teklifi sizin firmanıza verdirirsiniz. Özelleştirme gibi burada da devlet kar edebileceği gibi zarar da edebilir.

İhaleyi alan firmanıza bankanızdan düşük faizli kredi verirsiniz. Gerekli olan malzemeleri de yine size bağlı şirketlerden çok düşük fiyata karşılarsınız. İşlerde aksama olmamasına dikkat edersiniz, sorun çıktığında heekes tek bir yumruk olup, kolay atlatılmasını sağlarsınız. Bu sayede işler zamanından önce ve zahmetsiz biteceğinden halkın sempatisini toplarsınız.

Emeklilik yaşı
Emeklilik yaşı gelişmiş ülkelerde 65 yaş civarındadır. Eğer ülkende emeklilik yaşı 65 yaş altındaysa, 65 yaşa çıkarmak demek, her yıl devlet kasasına milyarlarca lira girmesi demektir. Bunu ülkeye büyük yatırımlar yaptıktan sonra uygulamaya koyacaksın. Halk bunu çok olumsuz karşılayacaktır ama ülkene yaptıkların sayesinde az hasarla atlatacaksın. Bu kazanacağın milyar dolarlarla büyük işler yapabilir, kaybettiğin güveni fazlasıyla geri kazanırsın.

Yollar ve köprüler
Yollar ve köprüler yapılırken kasadan çok para çıkar ama geçişi parayla yapacağınızdan 5-6 sene içerisinde giderini çıkarır ve kar etmeye başlar. Bu karla da yeni yeni yollar yapar, halkın gözünü iyice boyamış olursunuz.

Üretim
Dış ülkelerden temin edilenleri kendi ülkemizde üretebilirsek çok büyük karlar elde edilir. Bunun için çeşitli teşviklerle halk desteklenir. Kısa vadede devletin kasasından para çıkacak olsa da, uzun vadede çok büyük getirisi olacaktır.

Bunları uygulayabilmek herkesin harcı değildir. Küçük yaşta hayata atılmak, ticaretten ve insanlardan çok iyi anlamak gibi özellikler gerekiyor. Trilyon euronun döndüğü sektörün yönetimi elinizde oluyor. Sizin de kazancınız milyon değil, milyar eurolar oluyor. Bu paranın bir kısmı para bir kısmı da mal mülk. Dikkat edilmesi gereken bazı şeyler de var:

Varlıklarınızdan hiç kimse haberdar olmamalı. Çünkü rüşvetle suçlanıp, yargılanıp, hapse atılma ihtimaliniz çok yüksek. Kendi veya yakınlarınız adına, başkalarının ulaşabileceği banka hesapları açmayın, mülk yapmayın. Para için İsviçre bankalarını kullanabilirsiniz ama çok güvendiğiniz ve size ulaşamayacakları başka biri adına olması şart. Paraları evinizde saklamanız da tehlikeli. En iyisi kimsenin bilmediği, yoğun güvenlikli evde, kasalarda saklamanız.

Bahsettiğim bu yöntemlerden bazıları, belediye başkanları tarafından da uygulanabilir.

5 Mart 2014 Çarşamba

Paralel Devlet'in iç yüzü

17 Aralık'ta bakan çocuklarına yapılan baskın sonrası Recep Tayyip Erdoğan tarafından Paralel Devlet lafı ortaya atıldı. Yani devletin içinde, devletten ayrı bir güç vardı. O kadar dillendirilen bir söz oldu ki, haksızlığa uğradığını söyleyen Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım bile kendisine paralel devletin operasyon yaptığını söylemeye başladı.

Biz gelelim başbakanın her konuşmasında devamlı sözünü ettiği paralel devlete. Bu paralel devlet nedir, nasıl doğmuştur?

Liderliğe giden yol

Bunun için çok eski yıllara gitmemiz gerekiyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan politika hayatına çok genç yaşlarda başladı. Küçüklüğü Kasımpaşa'da, orta ve alt tabaka insanların yaşadığı semte geçti. Burada limonata ve gevrek satarak daha o yaşlarda hayatı çok iyi tanıdı. Bu ona inatçılık ve savaşma ruhu verdi. Okuduğu okul sayesinde de (Aksaray İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu - Günümüzde Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi oldu) politikanın içinde yer aldı. Gençlik kolu başkanlıkları yaptı.

Refah Partisi zamanları

Asıl atılımı Refah Partisi'nde yaptı. Refah Partisi Başkanı Necmettin Erbakan'dı. Ama partide 1. kişi Fettullah Gülen'di. Bu iki kişinin takdirini ve bu sayede de desteğini aldı.Onlar sayesinde önemli görevlere getirildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı gösterdiler ve seçilmesini de sağladılar.

Yenilikçi değişimciler

Defalarca kapatılan parti, yeni isimlerle tekrardan kuruldu. Fazilet Partisi'nin, Anayasa Mahkemesi tarafından daimi kapatılmasının ardından, bağımsız kalan milletvekilleri, yeni parti kurma çalışmalarını "gelenekçiler" ve "yenilikçiler" olarak adlandırılan iki kanattan sürdürdü. "Millî Görüş'çü" olarak adlandırılan kanat, Recai Kutan'ın genel başkanlığında 20 Temmuz 2001'de Saadet Partisi'ni kurarken, "değişimci" kanat da, Tayyip Erdoğan liderliğinde 14 Ağustos 2001'de, Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurdu ve Tayyip Erdoğan, parti genel başkanlığına seçildi.

Milli Görüş'ün pek tutulmadığı ülkemizde, değişimci olarak yola çıkmak daha sempatik geliyordu. Erdoğan'ın liderliğinde ama Fettullah Gülen'in yönetiminde seçimlere giren parti, ülke ekonomisinin bir türlü düzeltilememesi sebebiyle 'artık yeter, bir de bunları deneyelim' düşüncesiyle büyük bir oy oranını yakaladı.

Başbakanlık'a geçiş

Artık Erdoğan'ın yolu açılmıştı. Siyasi yasağını kaldırılana kadar başbakanlığı Abdullah Gül'e emanet edildi ve sonrasında kendisi başbakan oldu. Aslında başbakandan çok ülke üzerinde sözü geçen kişi Gülen'di. Yılların deneyimi ve tüm dünya üzerindeki güçleri sayesinde AKP gücüne güç kattı. Tabi halk bu başarılarda göz önünde bulunan kişi olan Erdoğan'a pay çıkardı. Erdoğan zamanla etkinliğini arttırdı.

Zamanla boynuz kulağı geçecekti. Gülen'le aralarındaki fikir ayrılıklarında kayıtsız kalıp, sözünü dinleme zamanı bitmeye başladı. Bunu gören Gülen, AKP'nin açıklarını yakalayıp, avucundan kaçırmamak için, Erdoğan'a yaptırdığı atamalarda kendine bağlı olanlara görev verdi. AKP'nin açıklarını yakalayıp, bunu koz olarak kullanacaktı. Bu sayede ellerine AKP'nin ipini çekebilecek bir çok belge ve bilgi geçti.

Dananın kuyruğu koptu

Ve en son dershane meselesinden dolayı Erdoğan'ın sabrı kalmadı, restini çekti. Artık Erdoğan, çok sevdiği hocasıyla düşman olmuştu. Gülen de hemen kendi adamlarını devreye soktu ve ellerinde bulunan bazı delilleri gözler önüne serdi. Bu bir uyarıydı. Asıl deliller hala saklıydı. Bu olaylardan sonra başbakan ani tepki verip, hemen hemen tüm görevlilerin yerini değiştirdi ve yerlerine kendi güvendiği kişileri atadı.

Erdoğan, kendi elleriyle göreve getirdiği kişilerce vurulmuştu. Bu kişilere Paralel Devlet sözünü yakıştırdı ve herkese böyle lanse etti. Tüm olumsuz işleri de onlara yükleyip, kendini aklama yoluna gitti.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Bir karanlık hikaye

Bu yazı sadece bir hikayeden ibarettir ve hikayede adı geçen tüm isimler bir hayal ürünüdür.

Abado. Duyo adlı gezegende yer alan bir ülke. Kanlı iç savaşların ardından tüm devletler birleşerek bu ülkeyi kurdular ve çok kısa bir sürede dünyanın en büyük gücü olmayı başardılar. Bundan sonra kalıcı olabilmek lazımdı. Bunun için de tüm ülkeleri avucunun içine alması ve istediği gibi yönlendirmesi gerekiyordu. Bunun da bir çok farklı yöntemleri vardı.

Geri kalmış, yoksul ülkeleri din üzerinden etkin altına alabilirsin. Din adamlarını yollayarak halk üzerinde etki yaratıp, yönetimleri kendin belirleyebilirsin. Ya da aç insanları doyurarak ülkenin yönetiminde başrolü üstlenebilirsin. Bizler buna sömürgecilik diyoruz.

Orta ve ileri düzey gelişmiş ülkeleri ele geçirmenin yöntemleri ise çok farklı. Bu yöntemlerden biri, ülkenin ileri gelenlerine destek vererek seçimleri kazanmasını sağlamak. Bir başka etkili yöntem, ülkenin ileri gelenlerinin açıklarını yakalayıp, bu açıkları kullanıp istediklerini yaptırmaktır.

Abado, duyo üzerindeki hemen hemen tüm ülkelerin ileri gelenlerinin (ki bu milyonlarca insan yapıyor) attıkları her adımı izlemiş, tüm konuşmalarını dinleyip, kayıt altına almıştır. Bu çok gizli operasyonu, operasyonda yer alan bir kişi tarafından deşifre edilmiştir. Bu deşifreden sonra ülke sırlarını açıklamaktan arananlar arasına girmiş ve ülkesinden uzaklarda sığınmacı olarak yaşamak zorunda kalmıştır.

Abado'nun dinlediği ülkelerden biri de biri de Triko. Bulunduğu konum itibarıyla Abado için çok çok önemli bir ülke. ilk önce ülkesinde istenmeyen ama o ülkede çok büyük bir gücü olan kişiye kapılarını açtı. Triko'nun kendine bağlı kalması şartıyla da işbirliği içine girişildi ve kafalarına göre bir partiyi başa getirtti. Bu parti hem Abado'ya hem de o ülkeye sığınan kişinin egemenliği altındaydı.

Bu iktidardaki parti halkın büyük bir kesimini kendine bağlamayı başardı. Bu yüzden kendilerini yavaş yavaş yenilmez görmeye başladı. Zaten onları yenilgiye uğratabilecek hiç bir parti ve hiç bir güç ülke içinde yoktu. İşi daha da sağlama alıp, her yere kendi adamlarını yerleştirdi. Artık yenilmez gücün başı, kendini padişah olarak görmeye başlamıştı. Yaşlanana kadar ülkeyi yönetecek, sonrasında da oğlunu başa getirip babadan oğula geçen bir saltanat kuracaktı. Bunun bazı örnekleri vardı. Saddo, Kaddo ve Koro gibi.

Bu cesaretle artık kendinden üstün hiç bir şeyi tanımaz oldu. Abado da yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başladı. Önce sözlü uyarılar yaptı. Fakat hükümet her yere kendi elemanını yerleştirmişti. Açıkları çok olsa da Abado ve ülkesindeki önemli kişi bunu ispatlayamaz, hiç bir şey yapamazdı. Oysa bu sadece düşünce kaldı. Çünkü Abado öylesine yerleşmişti ki hükümetin içine hiç kimse anlamamıştı. Hükümetin boy ölçüştüğü kişiler ondan bile çok akıllıydılar. Zaten teknolojiyi o kadar iyi kullanıyorlardı ki, duyonun hemen hemen her yerinde kıpırdayan bir yapraktan dahi haberi oluyordu. Hükümetin attığı her adımı bilip, önlemini ona göre almıştı.

Öyle ki, hükümette yer alan kişileri takip eden polisler yakayı ele veriyor. Hemen emniyette araştırma yapılıyor ama bir sonuç elde edilemiyor. Bunun üzerine bu izleyenlerin kimler olduğuna dair takip işine girişiliyor. Abado her süreci bildiğinden hemen uyarıyı yapıyor. Hükümetin emir verdiği polisler takibe gittiklerinde aslında kendileri takibe alınmışlardı. Hükümet bu takipten hiç bir şey çıkaramadı. Olayı ancak operasyon yapıldıktan sonra öğrenebildi.

Bakan çocuklarının tutuklanması hükümeti çok endişelendirdi. Böyle bir operasyondan kendilerinin haberdar olmaması kabul edilemez bir şeydi. Bunu hazmedemeyen hükümet, böyle bir durumun bir daha yaşanmaması için hemen düğmeye bastı. Müdürleri ve bazı polisleri teker teker görevlerinden almaya başladı. Bu sayede bu görevlere kendi tanıdıkları ve güvendikleri kişileri alacaklar ve bir daha böyle bir durum yaşanmayacaktı. Kendileri de çok iyi biliyorlardı ki eğer bu operasyon devam ederse, herkesin başı yanabilirdi.

Bundan sonra yapılması gereken bir kaç yol vardı.

1- Suç kabul edilir, suçu işleyenler cezasını çeker. Ama bu  çok büyük bir destek kaybına neden olur. Parti içinde de bölünmeler yaşanır. Bazıları kızıp, parti içinde dönen kanunsuz işleri açığa vurabilir. Sandıkta da tam bir hezimet olur.

2- Delillerin yetersiz olduğu söylenir ve suçlular aklanır. Bu seferde rakiplerinin eline çok büyük bir koz verilmiş olur. Bu kozun iyi kullanılmasıyla da sandıkta çok oy kaybedilir. Parti içinde bölünmeler yaşanır.

3- Yargılama uzun zamana yayılır ve halka yavaş yavaş unutturulur. Yandaş basında delilleri çürütmeye yönelip yayınlar yapılır ve bu sayede herkesin beyni bir bakıma yıkanmış olur. Deliller de yavaş yavaş değersizleştirilerek tereyağından kıl çeker gibi suçlular aklanır.

Hikaye burada biter. Biraz garip bir hikaye oldu, sonu olmayan. Farkındayım. Bu hikayede böyle işte. Bizim sonumuz mutlak bir gün olacak, hesap verip, cezamızı çekeceğiz, fakat böyle bir çok hikayeler yazılacak ve sonları olmayacak...

MBB

İnternet Yasası'nın iç yüzü

Son günlerde her yerde tartışılan bir konu oldu yeni internet yasası. Çok değişik şeyler söyleniyor, çok ateşli tartışmalar yaşanıyor. Fakat dinlediklerimden hiç kimse söylenmesi gerekenleri söylemedi. Bunu kavrayabilmek için olayın temeline gitmek gerekiyor.



Gezi Parkı'nda neler olduğunda en başta 100-150 kişi haberdardı. Eylem yapıyordu ama pek bir kimse oralı olmuyordu. Ne zaman ki polis sert müdahalede bulundu, bir çok kişi hayatlarında belki ilk defa Gezi Parkı'nı duymuş oldu. Polislere büyük tepki geldi. İnternette olaylar devamlı paylaşılır oldu. Devlete karşı bir öfke oluştu. Bazıları internet üzerinden örgütlenip, eylem yapmaya başladılar. Bazıları da aşırı galyana gelip, tepkide çok fazla aşırıya kaçtılar.

Buraya kadar her şey normaldi. Eylemlerin fazla uzun süreceği yoktu. Sadece bir kaç aşırıya kaçan topluluklar tarafından canlı tutulmaya çalışılıyordu. Çevreye zarar verenler, eyleme katılan bir çok kişi tarafından kınanmış ve de eylemi sonlandırmak üzereyken, başbakan çıkıp, tüm eylemcilere ağır laflar etti. İşte o zaman iş çığrından çıktı. Halk iyice galyana geldi. Facebook ve twitter kullanılarak çok büyük kitleler organize oldu.

Başbakan basını uyararak eylemleri görmezden gelmelerini istedi.  Basından bir kaçı dışındaki basın organları buna ister istemez uymak zorunda kaldı. Polise her türlü yetki verildi. Ne yapın ne edin herkesi susturun dendi. Basın sustu ama internet fazlasıyla yayın yapar olmuştu. Nerede ne yapılıyorsa internette anında paylaşılıyor, yapılan aşırı sert müdahaleyi tüm dünyanın gözü önüne seriyordu.

İşte yasanın temeli bu noktadan sonra atılmaya başlandı. Başbakan Facebook'u ve Twitter'ı engelletmeye çalıştı ama sadece bağlantıyı yavaşlatabildi. Paylaşımlar yine de tüm hızıyla devam etti.

Başbakan emir vermiş ve interneti de basın gibi kontrol altına almak için yasa çıkarma işine girişilmişti. Tabii buna basını kontrol altına aldık, interneti de alacağız diyemezlerdi. Bunun yolu kişilerin haklarını koruma maskesi ile halletmekti. Ama zaten internette kişisel hakaretler yasaktı ve mahkemece kapattırılabiliyordu. Ki şu anda bir çok site (özellikle cinsel içerikli siteler) mahkeme kararıyla kapalı. Dolayısıyla baştan bir yasa çıkarmak tamamen gereksiz. Sadece ufak tefek düzenlemeler yapmak, yeter de artar bile.

Bu maskeye de bir çok kişi kandı. Bu kişiler ya internetten hiç anlamıyorlar ya da gözleri inandıkları partilerinden başka hiç bir şey görmüyor.

Bu kanun neyi getirecek?

Zaten basına boyun eğdirildi. Baştakiler ne derse aynen yapıyorlar. Haber alınacak bir tek internet kaldı.  Ona da yasak geldiğinde ülkenin güçlü insanları istedikleri gibi at koşturacaklar. Ülkeyi yiyip, bitirecekler ve hiç kimsenin haberi olmayacak. Rüşvet, dolandırıcılık gibi kanunsuz şeyler ayyuka çıkacak. Ülkeyi yönetenler yaptıkları kanunsuz işleri saklamak için bu kadar uğraşmayacak. Yeri geldiğinde rakiplerinin aleyhine haber yaptırabilecek ama kendi aleyhine haberlere asla izin vermeyecekler. Kısaca başa geçen parti, tam bir krallık yaşayacak, astığını asıp, kestiğini kesebilecek.

2 Ocak 2014 Perşembe

Siyasi Bir Hikaye

Bu yazı sadece bir hikayeden ibarettir ve hikayede kullanılan tüm isimler bir hayal ürünüdür.

Abado. Duyo adlı gezegende yer alan bir ülke. Kanlı iç savaşların ardından tüm devletler birleşerek bu ülkeyi kurdular ve çok kısa bir sürede dünyanın en büyük gücü olmayı başardılar. Bundan sonra kalıcı olabilmek lazımdı. Bunun için de tüm ülkeleri avucunun içine alması ve istediği gibi yönlendirmesi gerekiyordu. Bunun da bir çok farklı yöntemleri vardı.

Geri kalmış, yoksul ülkeleri din üzerinden etkin altına alabilirsin. Din adamlarını yollayarak halk üzerinde etki yaratıp, yönetimleri kendin belirleyebilirsin. Ya da aç insanları doyurarak ülkenin yönetiminde başrolü üstlenebilirsin. Bizler buna sömürgecilik diyoruz.

Orta ve ileri düzey gelişmiş ülkeleri ele geçirmenin yöntemleri ise çok farklı. Bu yöntemlerden biri, ülkenin ileri gelenlerine destek vererek seçimleri kazanmasını sağlamak. Bir başka etkili yöntem, ülkenin ileri gelenlerinin açıklarını yakalayıp, bu açıkları kullanıp istediklerini yaptırmaktır.

Abado, duyo üzerindeki hemen hemen tüm ülkelerin ileri gelenlerinin (ki bu milyonlarca insan yapıyor) attıkları her adımı izlemiş, tüm konuşmalarını dinleyip, kayıt altına almıştır. Bu çok gizli operasyonu, operasyonda yer alan bir kişi tarafından deşifre edilmiştir. Bu deşifreden sonra ülke sırlarını açıklamaktan arananlar arasına girmiş ve ülkesinden uzaklarda sığınmacı olarak yaşamak zorunda kalmıştır.

Abado'nun dinlediği ülkelerden biri de biri de Triko. Bulunduğu konum itibarıyla Abado için çok çok önemli bir ülke. ilk önce ülkesinde istenmeyen ama o ülkede çok büyük bir gücü olan kişiye kapılarını açtı. Triko'nun kendine bağlı kalması şartıyla da işbirliği içine girişildi ve kafalarına göre bir partiyi başa getirtti. Bu parti hem Abado'ya hem de o ülkeye sığınan kişinin egemenliği altındaydı.

Bu iktidardaki parti halkın büyük bir kesimini kendine bağlamayı başardı. Bu yüzden kendilerini yavaş yavaş yenilmez görmeye başladı. Zaten onları yenilgiye uğratabilecek hiç bir parti ve hiç bir güç ülke içinde yoktu. İşi daha da sağlama alıp, her yere kendi adamlarını yerleştirdi. Artık yenilmez gücün başı, kendini padişah olarak görmeye başlamıştı. Yaşlanana kadar ülkeyi yönetecek, sonrasında da oğlunu başa getirip babadan oğula geçen bir saltanat kuracaktı. Bunun bazı örnekleri vardı. Saddo, Kaddo ve Koro gibi.

Bu cesaretle artık kendinden üstün hiç bir şeyi tanımaz oldu. Abado da yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başladı. Önce sözlü uyarılar yaptı. Fakat hükümet her yere kendi elemanını yerleştirmişti. Açıkları çok olsa da Abado ve ülkesindeki önemli kişi bunu ispatlayamaz, hiç bir şey yapamazdı. Oysa bu sadece düşünce kaldı. Çünkü Abado öylesine yerleşmişti ki hükümetin içine hiç kimse anlamamıştı. Hükümetin boy ölçüştüğü kişiler ondan bile çok akıllıydılar. Zaten teknolojiyi o kadar iyi kullanıyorlardı ki, duyonun hemen hemen her yerinde kıpırdayan bir yapraktan dahi haberi oluyordu. Hükümetin attığı her adımı bilip, önlemini ona göre almıştı.

Öyle ki, hükümette yer alan kişileri takip eden polisler yakayı ele veriyor. Hemen emniyette araştırma yapılıyor ama bir sonuç elde edilemiyor. Bunun üzerine bu izleyenlerin kimler olduğuna dair takip işine girişiliyor. Abado her süreci bildiğinden hemen uyarıyı yapıyor. Hükümetin emir verdiği polisler takibe gittiklerinde aslında kendileri takibe alınmışlardı. Hükümet bu takipten hiç bir şey çıkaramadı. Olayı ancak operasyon yapıldıktan sonra öğrenebildi.

Bakan çocuklarının tutuklanması hükümeti çok endişelendirdi. Böyle bir operasyondan kendilerinin haberdar olmaması kabul edilemez bir şeydi. Bunu hazmedemeyen hükümet, böyle bir durumun bir daha yaşanmaması için hemen düğmeye bastı. Müdürleri ve bazı polisleri teker teker görevlerinden almaya başladı. Bu sayede bu görevlere kendi tanıdıkları ve güvendikleri kişileri alacaklar ve bir daha böyle bir durum yaşanmayacaktı. Kendileri de çok iyi biliyorlardı ki eğer bu operasyon devam ederse, herkesin başı yanabilirdi.

Bundan sonra yapılması gereken bir kaç yol vardı.

1- Suç kabul edilir, suçu işleyenler cezasını çeker. Ama bu  çok büyük bir destek kaybına neden olur. Parti içinde de bölünmeler yaşanır. Bazıları kızıp, parti içinde dönen kanunsuz işleri açığa vurabilir. Sandıkta da tam bir hezimet olur.

2- Delillerin yetersiz olduğu söylenir ve suçlular aklanır. Bu seferde rakiplerinin eline çok büyük bir koz verilmiş olur. Bu kozun iyi kullanılmasıyla da sandıkta çok oy kaybedilir. Parti içinde bölünmeler yaşanır.

3- Yargılama uzun zamana yayılır ve halka yavaş yavaş unutturulur. Yandaş basında delilleri çürütmeye yönelip yayınlar yapılır ve bu sayede herkesin beyni bir bakıma yıkanmış olur. Deliller de yavaş yavaş değersizleştirilerek tereyağından kıl çeker gibi suçlular aklanır.

Hikaye burada biter. Biraz garip bir hikaye oldu, sonu olmayan. Farkındayım. Bu hikayede böyle işte. Bizim sonumuz mutlak bir gün olacak, hesp verip, cezamızı çekeceğiz, fakat böyle bir çok hikayeler yazılacak ve sonları olmayacak...

MBB